ÇOCUK VE DUYGU
En uzak mesafe ne Afrika’dır
ne Çin, ne Hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan
Can Yücel
ne Çin, ne Hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan
Can Yücel
ÇOCUKLARA DUYGULARI İLE BAŞA ÇIKABİLMELERİ İÇİN NASIL YARDIM EDEBİLİRİZ?
GİRİŞ
Bir çocuk, ana rahmine düştüğü andan itibaren ergen çağa ulaşıncaya kadar bakıma, korunmaya ve eğitilmeye muhtaçtır. Her anne ve baba çocuğun bu üç temel ihtiyacını karşılamakla yükümlüdür. Buna ebeveyn sorumluluğu diyoruz. Hiçbir anne baba bu sorumluluğu bir başka kişiye veya kuruma devredemez. Çocuğun ana barınağı ve eğitim kurumu ailedir. Sağlam bir kişiliğin temel taşlarından olan sevgi, şefkat ve güven duygusu ancak sıcak bir aile ortamında yaşanarak kazanılır. Sevgi, şefkat ve bilgi yönünden fakir ailelerde çocuklar ruh sağlığı açısından sağlam bir kişilik kazanamazlar.
Bilgi eksikliği yüzünden sevgi ve şefkatin yerinde, zamanında, ölçülü olarak kullanılmaması hâlinde ortaya eğitim yanlışları çıkmaktadır. Bize gelen vaka’larda genellikle ya sevginin esirgendiğini veya aşırı kullanıldığını görüyoruz. Sevginin esirgenmesi durumunda çocukta öz güven ve kendisini değerli hissetme duygusu gelişmemektedir. Aşırı kullanıldığı zaman da çocukta gölge bir kişilik ortaya çıkmakta, kendi başına problem çözme, zorluklan yenme, sorumlulukları yerine getirme gibi yetenekler gelişmemektedir.
Lise çağma gelmiş sosyal fobili bir genç, babasından çok korktuğunu, babasının kendisini sevmediğini şu sözlerle dile getirmişti: "Babamın bir kere olsun başımı okşadığını görmedim." Babasıyla konuştuğumuzda oğlunu çok sevdiğini, ancak şımarıp derslerini ihmal etmesin diye sevgisini belli etmediğini söylüyordu. Bugün bile Anadolu'nun çoğu yerlerinde büyüklerin yanında anne babaların çocuk sevmesi ayıp sayılmaktadır.
Bazı anneler sevgi ve şefkatin ölçüsünü kaçırır, çocuk adına bütün sorumlulukları ve işleri üzerlerine alırlar. Aşın sevgi ve koruma altında büyüyen bu çocuklar okula başlayacak yaşa geldikleri halde annelerinin yardımı olmadan ayakkabılarının bağını bile bağlayamazlar. Çocuklarını okula götürüp getiren, çantalarını taşıyan, sınıfına kadar götürüp sırasına oturtan anneler görürsünüz. Bu anneler çocuklarının gelişimini engellediklerinin farkında değildir. Bütün bu yanlışların temelinde şüphesiz bilgisizlik yatıyor.
Genç evlilere ana baba eğitimi veren kurumlarımız yok. Çocuklarımızı yaratılışa uygun bilimsel gerçeklere göre değil, yanlışıyla doğrusuyla anadan babadan gördüğümüz gibi yetiştiriyoruz. Geleneksel çocuk eğitiminin sevgi, saygı ve itaate dayanan ahlakî temelleri olduğu kadar kişilik gelişimine aykırı yanlışları da var. Geniş ailelerde anne babanın çocuklar üzerinde fazla etkisi yoktur, otorite aile büyüklerindedir, Büyük anne ve büyük baba tarafından korunan ve şımartılan çocuklar disipline girmek istemez, kural tanımaz, doğru davranışlar kazanamazlar.
Çocuk yetiştirirken anne babalar tarafından ihmal edilen konuların başında cinsel eğitim gelmektedir. Anne babalar, çocukların cinsiyete ve yaratılışa ait sorularına nasıl cevap vereceklerini bilmiyorlar. Sorulan cevapsız kalan ve sağlıklı bir cinsel eğitim almayan çocuklar, ergenliğe geçişte ağır duygusal travmalar yaşıyorlar.
Çocuklarına yeterli zaman ayıran, onların duygularını önemseyen, üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşan, dinleyen anne babaların sayısı oldukça azdır. Ekseri ailelerde diyalog yerine monolog hâkimdir. Anne baba konuşur, nasihat eder, çocuk dinler. Çocuğun yaramazlık yapma, itiraz etme, "hayır" deme hakkı yoktur.
Çocukta kişilik gelişimi 6 yaşına doğru büyük çapta tamamlanmış olmaktadır. Bu yüzden ailede verilen eğitim çok önemlidir. Yapılan eğitim yanlışları kişiliğe sinmiş olduğundan geriye dönüp tamir etmek adeta imkânsızdır. Sevgi ve şefkat duygusundan mahrum yetişen, kendine güveni olmayan bir okul çocuğuna sevgiyi öğretmek, insanlara güvenmesini sağlamak çok zordur, çünkü bu duygular ancak ailede yaşanarak kazanılır, sonradan eğitim kurumlan vasıtasıyla verilemez.
Hiçbir işimiz anne ve babalık sorumluluğundan daha önemli olamaz, işler bekleyebilir, çocuk eğitimi beklemez. Eksik kalan bir işimizi sonradan tamamlayabiliriz, ancak eksik kalan çocuk eğitimini sonradan tamamlamak mümkün değildir.
Her aile başarılı çocuklar yetiştirmek ister. Bunun için çocuklarına mümkün olduğunca iyi bir gelecek sağlamaya çalışırlar. Onları iyi okullarda okutmak ister, bunun için de aile varını yoğunu ortaya koyar, tüm özverisini çocuğuna verir. Ancak yadsınan bir konu vardır ki oda çocuğun nasıl sağlıklı bir kişilik geliştireceğidir. Aslında hayatta her şey başarı değildir. Önemli olan çocuğun içinde bulunduğu dönemi nasıl atlattığı, nasıl bir kimlik oluşturduğudur. Çocuk aileyi yansıtır. Aile içindeki bireylerin kişilik yapısı çocuğun kişiliğini şekillendirir. Yani aile iletişim becerilerini kullanmazsa çocukta iletişim becerilerini kullanamaz. Dolayısıyla çocuk hem ailede hem de sosyal çevrede sürekli çatışma içine girer. O halde aile çocuğa nasıl eğitim vermeli, çocukta nasıl sağlıklı bir kişilik oluşturabilmelidir? Elbette ki her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Çocuğuna iyi niyetle yaklaşmaya çalışır. Ama Burada ailenin vereceği iyi bir eğitim, çocuğuyla kurduğu sağlıklı iletişim becerilerini kullanmasına bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocukla kurabilmek için önce onu tanımak ve onun temel gereksinimlerine saygı duymak gerekir. Aile bir ilişkiler sistemidir.
Kendisinin kötü biri olduğunu hisseden çocuk, kendi öğrenme potansiyellerine ulaşamayabilir. Çocuk, yapılan işe uygun olmayan, benliğe zararlı, olumsuz davranışlar içine girer. Öğrenme güçlüğü olan çocukların ve diğer çocukların duygusal sorunlarının daha iyi çözülebilmesi için durumu ve/veya durumla ilgili tepkilerini değiştirme yükümlülüğü, ana-babaya, öğretmenlere ve çocukla ilgilenen diğer kişilere aittir.
Bu duygusal sorunlar nelerdir? Bu duygusal sorunlar, öğrenme güçlüğü olan çocukta görülebileceği gibi diğer çocuklarda da ortaya çıkabilir. Bunların ilki, öğrenme güçlüğü olan çocukta ve diğer çocuklarda sık sık gelişen olumsuz duyuştur. Bu olumsuz duyuş, genellikle ya öfke, ya husumet, ya da karşı gelme ya da kaygıyla ifade edilir gibi görülmektedir. Duygusal güçlüğün diğer alanı, olumsuz benlik saygısıdır. Yani, çocuklar benlikleri hakkında olumsuz duygular içine girerler.
Günümüz koşullarında çocukluktan yetişkinliğe geçiş giderek uzamakta. Burada, ailelerin çocukların hayatında ne kadar önemli olduğunun fark edilmesi, eğitim-öğretim koşulları gibi etkenler rol oynuyor. Çocuklar artık okuldan iş hayatına doğrudan geçiş yapamıyorlar ve bu geçiş giderek uzuyor. Bu dönem içinde de çocuklara da onlarla birlikte olan yetişkinlere de önemli görevler düşüyor. Çocukların kendilerini kontrol etmeleri, duygu, düşünce ve davranışlarının sahibinin kendileri olduğunu kavramaları, toplum içinde kendilerinin de bir katkıları olabileceğini kavramaları bu dönemde varılması gereken hedefler arasında. Yaşadıklarımızdan biliyoruz ki birçok ergenin ve yetişkinin sıkıntı çektiği konular arasında kendini rahatça ortaya koymak, duygu ve düşüncelerini dile getirmek ve diğer insanlarla rahatça iletişim kurabilmek var.
Aileler, çocuklarını kendine güvenli bireyler olarak görmek istiyorlar. Peki, bu ne demek? Kendine güvenen çocuk riske girer, denemekten çekinmez, sorunları aşabileceğine inanır.
Ailelerin hazır çözümler yerine esas üzerinde durmaları gereken konu çocuğun iç disiplinini geliştirmek olmalıdır. Örneğin belli bir hastalıktan ötürü yediklerine dikkat etmesi gereken bir çocuk düşünelim. Bu çocuk annesi ortada yokken şeker yiyorsa, sadece annesinin yanında yediklerine dikkat ediyorsa burada bir iç disiplin yerine ancak bir korkudan bahsedebiliriz. Hedef çocuğun “ Benim bu işi şu şekilde yapmam ya da yapmamam gerekir, çünkü...” diye düşünmesini sağlamaktır.
Çocuğun duygularını birlikte isimlendirmek çok önemlidir. “Şu anda bana kızıyorsun, biliyorum. Hayal kırıklığına uğradın, farkındayım” demek çocuğu çok rahatlatır. Bunun dışında çocuğa yapıcı bir öneri getirmek de, çocuğun kendisinin kötü olmadığına inanmasında gereklidir. Öbür türlü, çocuk kendisinin değersiz, sürekli sorun çıkaran biri olduğuna giderek inanmaya başlar. Olayların çözülebilir olduğuna inanmak, annesiyle birlikte onların üstesinden geleceğini bilmek çocuğun güven duygusunu arttırır. Anneler, böyle durumlarda, “ Gel resim yapalım, dans edelim, sarılalım” gibi çocuğu olumluya yönlendirecek bir çözüm üretmek üzere kafa yormalıdırlar. Böylece o tatsız konu çok uzamamış, ilişkideki kasvet havası da dağılmış olur.
Çocuğun davranışıyla çocuğun kendisini ayırmak çok önemli:“Sen yaramaz, kötü bir çocuksun” başka, “senin bu davranışın hoşuma gitmiyor” başkadır.
Çocuğa iyi bir model olabilmek önemlidir. Hayata olumlu bakan, her güçlük karşısında yıkılmayan, olaylara yapıcı çözümler bulmaya çalışan anne-babaların çocukları da böyle davranır.
Buyurun çocuk orada, siz de buradasınız. Hadi bakalım çocuğa dediklerinizi yaptırtınız. Çocukla çok iyi bir etkileşim içersinde ömür sürünüz. Bu herkesin temennisidir. Lakin gel gelelim, mesele her zaman bu kadar da basit olmamaktadır. Çocuğun yaşı ne olursa olsun pek çok anne, baba, öğretmen, ebeveyn çocuğu yönlendirmede zorluk çekmişlerdir ve de çekmektedirler. Bir baba olmamın dışında otuz yılı aşkın uzmanlık hayatımda bu konuya ilişkin pek çok örnek görmüş bulunmaktayım. Evet, çocukları yönlendirebilmek öyle kolay bir şey değildir. Yemeğini doğru dürüst yemediği için çevresini üzen çocuklar yok mudur?
Her türlü ihtiyaçları karşılandığı halde temiz, güzel odasında dersini çalışmayan ve bunun için de ailesini, öğretmenini üzen öğrenciler yok mudur? Kendisinden ufak yapabileceği bir iş istendiği halde, bin dereden su getiren bunu yapmayan çocuk yok mudur? Bunun dışında da yapma denileni, sanki insanları kızdırmaktan zevk alırmış gibi özellikle yapan çocuk veya çocuklar pek mi azdır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Velhasıl nereden bakılırsa bakılsın, çocuklara söz dinletebilmek öyle kolay bir iş değildir. İşin çok ilginç yanı her denileni yapan, lüzumundan fazla sessiz ve sakin çocuklar en az yaramaz, söz dinlemeyen çocuklar kadar endişe vericidir. Hatta onlardan daha çok incelemeye ihtiyaçları vardır. "Aman ne güzel benim çocuğum pek sessiz, otur dersen oturur, kalk dersen kalkar hiç öyle bir söz dinlememesi yoktur, ben pek memnunum" diyorsak, o. çocuğu yetkili bir uzmana götürmeliyiz. Çünkü lüzumundan fazla sessiz ve sakin olan çocuklar endişe vermelidir, neden çünkü çocukların ruhsal ve sosyal sağlıkları için çeşitli gelişim evreleri vardır.
Bu çağlarda çocuklar bilhassa söz dinlemez olurlar vs. Bu buhran dönemlerine birinci, ikinci ve üçüncü olarak numara verilmektedir. Yani üç yaş buhran dönemi birinci, yedi yaş buhran dönemi ikinci, on iki yaş buhran dönemi üçüncü buhran dönemlerinin adlandır. Yalnız isimleri bile olay hakkında iyi bir fikir verebilmektedir. Birinci buhran dönemi, ikinci buhran dönemi, üçüncü buhran dönemi, birinci kaprisler çağı, ikinci kaprisler çağı, üçüncü kaprisler çağı, birinci uyumsuzluk, intibaksızlık dönemi, ikinci uyumsuzluk, intibaksızlık dönemi, üçüncü uyumsuzluk, intibaksızlık dönemi, birinci karşı koyma buhran dönemi, ikinci karşı koyma buhran dönemi, üçüncü karşı koyma buhran dönemi, hürriyete karşı birinci atılım, hürriyete karşı ikinci atılım, hürriyete karşı üçüncü atılım dönemi. (ÇAKMAKLI, Kemal, 1999, sy.12)
Onu anlayışla karşılayın, zorlayıcı olmayın ama yine de takipçi olup, sohbet anında bazı sorular sorarak onunla ilgilendiğinizi belli edin. Sabırlı ve açık olun... Zaman içerisinde sizinle paylaşacaktır. Sonuç olarak, "3–6 yaş arası çocukluğun en önemli dönemidir" demiştik. Bu nedenle haklarına saygılı olun, onu anlamaya çalışın; konuşurken arkanızı dönmeyin, göz temasında bulunun, onun seviyesinde çömelin ya da oturun, aynı seviyeye gelmeye özen gösterin. İstediği herhangi bir şey size ters geliyorsa, bunu istiyorum - sebebi bu veya istemiyorum-sebebi şu... diye açıklama yaparak tercihi ona sunun. Hiç birimizin elinde sihirli değneği yok, ne eğitimcilerin ne anne-babanın... Her ne sorun ile karşılaşırsak karşılaşalım, sabır ve sevgi ile iyi insan ilişkilerinin temel harcını atmış olacaksınız.
Duygusal Yaşam ve Önemi
Çocuğun duygusal yaşamı, "kişilik" gelişmesinde, önemli bir belirleyici olarak kabul edilir. Çünkü davranışların oluşmasında duyguların büyük bir rolü vardır. Kişi, sevdiği ve hoşlandığı şeylere karşı yaklaşır; sevmediği ve hoşlanmadığı şeylerden de uzaklaşır. Böylece, duygunun iki yönü vardır: Birincisi hoşnutluk duyma; diğeri de acı duyma yahut hoşnutsuzluk belirtisi gösterme. Bunlarında kendi içlerinde çeşitli derecelerde bulunur.
Duygularımızın kaynağı, genellikle, duyu organlarıdır. Örneğin, dokunma duyumuzun yumuşak bir şey ile karşılaşması "hoşlanma", pütürlü bir şey ile karşılaşması da "acı" duygusu verir. Kişi, bunun için, iyi manzara yahut güzel koku veren bir şey ile karşılaştığı zaman ona yaklaşır, bunun tersi olan bir şey ile karşılaştığı zaman ondan uzaklaşır. Aynı şeyi, fizyolojik gereksinimlerde gördüğümüz gibi, psikolojik ve toplumsal gereksinimlerde de görürüz. Yine örneğin, "başarılı ve üstün olmak", "sevilmek ya da başkaları tarafından beğenilmek", "ruhsal güvenlik içinde bulunmak" ve "yeni ve değişik şeylerle karşılaşmak", kişiyi sevindirir ve bunun devam ettirilmesini ister; bunun tersi yönde olanlar da kişiye acı verir, onu mutsuzluğa sürükler. Bunların şiddeti de herkesin fizyolojik ve psikolojik yapısına göre değişir. Ayrıca, bir kimsenin, bir şeyden ne kadar hoşlandığını ya da ne kadar acı duyduğunu saptamak olanağı da yoktur. Bugün, bunun için, henüz nesnel bir ölçüt geliştirilememiştir.
"Hoşlanma" duygusuna yönelik olan duyumlar, kişinin beden ve zihin gücünü artırır, beden ısısını biraz yükseltir; acı veren duyumlar ise, ısının düşmesine ve kalp atışlarının biraz artmasına ve kimi zamanda da sindirim sisteminde bozukluklara yol açar. Bunun için, yaşamımızı, hoş duygular alacak bir biçimde düzenleme çabasında bulunuruz. İyi korunmaya hizmet edecek rahat ve ılık bir ev, gözümüze hitap eden hoş bir tablo, kulağa hoş gelecek bir müzik parçası, çevremizde hoş kokulu bir çiçeğin bulunması gibi isteklerimiz, hep duygularımızla ilgili gereksinimleri karşılamaya yönelik davranışlardır.
Günlük yaşamda çabalarımız, böyle hoş duygulara sahip olmaya yöneliktir. Fakat yaşam çok değişiktir. Bunlar, öyle istenildiği kadar, kolay gerçekleşemez. Yaşam, acılı ve tatlılıdır; kişinin yaşamı, buna göre yön bulur.
Gereksinimlerin karşılanması bireyde hoşnutluk, karşılanmaması da bir tür hayal kırıklığı (frustration) yaratır. Amerikalı psikolog Norma Moier'e göre, bu durumda kişi, üç tür davranış gösterir:
1. Belli bir durumda saplanıp kalma,
2. Saldırganlık,
3. Gerileme davranışları.
Özellikle son iki durumda duygular, şiddetlenir ve kuvvetlenir. Bu durumda "coşku" (heyecan) ortaya çıkar. Bunun da "ciddi" ve "sürekli" olması, bireyde birtakım "kişilik bozuklukları "na yol açabilir.
Kısaca, çocuğun duygusal yaşamı ve bu yaşamın sonraki görünümleri, onun ruh sağlığını derinden etkilemektedir. Aslında, ruh sağlığı da bir bakıma "duygusal sağlık" demektir. Bu da önemli ölçüde, bir tür "duygusal bozukluğu" içermektedir. (')
( BİNBAŞIOĞLU, Cavit, 2000, sy.67-68)
Duyguları tekrar etmenin yararları nelerdir?
—Söylenenlerin aynen duyulduğunu, yanlış anlaşılmadığını kanıtlar.
—Soruna çözüm getirmez, ama çocuğun sorun üzerinde daha çok düşünmesini ve çözüm bulmasını sağlar.
—Asıl sorunun ne olduğunu ortaya çıkarır.
—Konuşan kişi duyulduğunu hissederek daha çok konuşur.
Sizin için önemli bir insanla yapıcı tartışmayı gerçekleştirebilmiş olmanız, bu kişiyle ilişkinize yeni anlamlar getirebilir. Her şeyden önce, sizi rahatsız eden sorunu her ikinizi de memnun edecek biçim-de çözebilmiş olmanız, önceki gergin duruma oranla, ilişkinizde bir rahatlık ve özgürlük sağlar. Ayrıca aranızdaki önemli bir sorunu yapıcı bir tutum içinde ele alabilmiş olmanız, birbirinize karşı duyduğunuz iyi niyet ve güveni perçinler. Bütün bunların ötesinde de/birbirinize eşit söz hakkı tanıdığınızı, klasik deyimiyle, birbirinize "karşılıklı saygı" duyduğunuzu kanıtlar.
(CÜCELOĞLU, Doğan, 2005, sy.213 )
İletişim
İletişim, bireyin birtakım semboller kullanarak karşısındakini etkileme süreci olarak tanımlanabilir. Ailede, okulda ve iş yaşamındaki iletişim sorunlarına, ülkemizde son yıllarda yapılan araştırmalarda sıkça karşılaşılmaktadır. Baymur ve Yeşilyaprak’ın, yaptıkları araştırmalarda lise ve üniversite öğrencilerinin iletişim yeterlikleriyle ilgili sorunların fazla olduğu görülmektedir. Bu sorunlardan bazıları; topluluk içinde konuşamamak, karşı cinsle arkadaşlık etmekten çekinmek, ana-baba ile sorunlarını tartışamamak... gibi. Voltan da, yaptığı gözlemler sonucunda lise öğrencilerinde aynı sorunların bulunduğunu belirtmektedir.
Başarılı İletişimin Temel Koşulları
İnsanlararası iletişim; kişilerin birbirlerine bilinçli veya bilinçsiz olarak iletmek istedikleri duygu ve düşüncelerini aktardıkları bir süreçtir. Başarılı bir iletişimin temel koşulları şunlardır:
1. Karşımızdaki kişilere saygı duymak; onların varlığını kabul etmek, önemli ve değerli olduklarını hissettirmek, olduğu gibi benimsemek anlamını taşır.
2. Gerçekçi ve doğal davranmak; abartıdan uzak, olduğu gibi davranmaktır.
3. İletişimin belki de en önemli öğesi empatidir. Empati kavramını, dış dünyayı karsımızdakinin penceresinden görmeye çalışmak olarak tanımlayabiliriz. Kurulan bu duygu ortaklığı, iletişimin gücünü arttırır ve karşılıklı anlaşılma mesajlarının aktarılmasına olanak sağlar.
2. Gerçekçi ve doğal davranmak; abartıdan uzak, olduğu gibi davranmaktır.
3. İletişimin belki de en önemli öğesi empatidir. Empati kavramını, dış dünyayı karsımızdakinin penceresinden görmeye çalışmak olarak tanımlayabiliriz. Kurulan bu duygu ortaklığı, iletişimin gücünü arttırır ve karşılıklı anlaşılma mesajlarının aktarılmasına olanak sağlar.
İletişim aynı zamanda;
* Ne söyleyeceğimizi bilmek,
* Bunu ne zaman söylemenin daha uygun olacağına,
* Nerede söylemenin doğru olduğuna karar vermek,
* En iyi nasıl söyleneceğini düşünmek,
* Olayları basitçe anlatabilmek,
* Akıcı bir dille ve karsımızdaki kişiyle göz kontağı kurarak konuşabilmek,
* Dikkati yoğunlaştırmak ve verdiğimiz mesajların alınıp alınmadığını fark edebilmektir.
* Bunu ne zaman söylemenin daha uygun olacağına,
* Nerede söylemenin doğru olduğuna karar vermek,
* En iyi nasıl söyleneceğini düşünmek,
* Olayları basitçe anlatabilmek,
* Akıcı bir dille ve karsımızdaki kişiyle göz kontağı kurarak konuşabilmek,
* Dikkati yoğunlaştırmak ve verdiğimiz mesajların alınıp alınmadığını fark edebilmektir.
İletişimde temel ilke kabul etmedir. Başkasını olduğu gibi kabul etmek, onu gerçekten sevmektir. Kabul edildiğini hissetmek, sevildiğini de hissetmektir. Ancak "kabul etme" kavramı, karsımızdakinin söylediği her şeyi onaylama, ileri sürdüğü fikirlere katılma veya tüm yorumlarını kabullenmeyle karıştırılmamalıdır. Burada sözü edilen; düşünce, fikir ya da yorumlarda tümüyle zıt kutuplarda bile yer alsak, karsımızdakinin duygularını anlama ve saygı gösterme çabasıdır. Kişiyi söyledikleri, düşündükleri ve hissettikleriyle birlikte bir birey olarak kabul etmek, onun bireyselliğine, farklılığına ve tekliğine saygı göstermek, söylediği her şeyi kendi değer sistemimizde onaylamamızı ve kabullenmemizi gerektirmiyor. Kendimiz için yanlış bulsak bile, her insanin kendine özgü olusunu yadsımadan, onu kendimize uydurma çabasına girmememiz onu kabul ettiğimiz anlamını taşır. Voltaire'in dediği gibi "söylediklerini kabul edemem, ama konuşma hakkini ölene kadar desteklerim"...
(YAVUZER, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, 19.Basım, 2005, İstanbul. Sy.11-12)
Aile İçi İletişim
Kendisine değer verilmediğini gören çocuk da, zamanla kendine değer vermemeye başlar. Giderek herhangi bir şeyi yapmak için çaba gösterme gereğini duymaz. Hatta yaşamak için bile çaba göstermez. Sürekli olarak itilen ve dışlanan çocuk, kendisine yaşama hakkının bile verilmediği kanısına varır. O, sadece zevk verici prensiplere karşı hassastır. Kendisine kimsenin ilgi göstermemesi onun dış dünyaya olan ilgisizliğini artırır. Bu da, anti-sosyal davranışın (suç işlemenin) sebebi olabilir. Böyle bir durumda, anne ve babanın, "Bu çocukla uğraşmaya değmez!" diyerek olaya olumsuz yaklaşmaları, daha önce yapılan yanlışlık ve kötülüğü daha da artırır.
Biyolojik bir temelden başlayarak zenginleşen anne sevgisinin kararsız oluşu, çocuğun duygusal besiden yoksun büyümesine neden olur ki, bu da beraberinde çeşitli uyum ve davranış bozukluklarını getirebilir. Çünkü sevgi yoksunu olan çocuk kendini dışlanmış, atılmış olarak düşünür ve güvensizlik duygusu gelişir.
Çocuğuna karşı sert ve acımasız bir tavır içinde olan bir anne, bu tutumuna rağmen çocuğunun kendisinden başkasını sevmesini istemeyebilir. Burada sevgi ile kıskançlık arasında yakın bir bağlantı vardır. Böyle bir anne, sevgi ve şefkatsiz bir çocukluk dönemi yaşaması nedeniyle çocuğuna sevgi ve şefkat aktaramaz, ya da sevgisini gösteremez. Sevgi gösterme arzusu, bir tür küskünlük ve hınç biçiminde kendini gösterebilir. İşte böyle durumlarda, sevgi belirtisi son derece ilkel biçimde ortaya konur. Anne, çocuğunu, kendi kendine hissettiği suçluluktan dolayı cezalandırmak isteyebilir ve ona göstermek istediği her şefkat atılımı, hissettiği acıyı artırabilir.
Sonuç olarak denebilir ki, sevgi/çocuğun gelişim ve eğitimi için gerekli su ve gübredir. Bu su ve gübre, zamanında yeterince verilemediği takdirde, çeşitli sosyal ve duygusal nitelikte yaralar açılabilir. Açılan bu yaraların yıllar sonra onarılması mümkün olamadığı gibi, çocukluk yıllarında duygusal besiyi yeterince alamamış annenin büyüttüğü çocukta da benzer yaraların açılabilme şanssızlığı vardır.
Ana-baba ve çocuklar, yani hemen herkes, sonunda isteyicidirler. Kimse genelde sevgi konusunda istemenin vermek olduğunu anlayamaz. Çünkü insanın sevdikleri tarafından sevilmeye ihtiyacı vardır.
ANA-BABA İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ
Çocuğun kişiliğinin oluşumu, karakterinin biçimlenmesi ve benlik saygısının gelişimi, büyük ölçüde özdeşim modelleri olan ana-babanın kişilik yapılarına bağlıdır. Kendine güveni olan anne ve baba, bu özgüvenlerini çocuklarına da yansıtıp güvenli olmalarım sağlarlar. Anne ve babanın davranışlarını kendine model olarak alan çocuk, böylelikle istenen ve istenmeyen davranışları onlardan öğrenecek, kendini bu doğrultuda yönlendirecektir. Ancak çocuğun, anne ve babasının tavırlarını benimseyebilmesi için ana-baba-çocuk üçgeni arasında, sevgi, saygı ve güven olması gerekir. Anne ve babanın birbirlerine karşı olan ilişkilerinin sevgi ve saygı temeline dayanması, gerek çocuğun cinsiyetine özgü rolü benimsemesi, gerekse özdeşleşmesi açısından büyük önem taşır. Ancak ne yazık ki, annesinin babası tarafından çenesinin kırılmasına, ya da başında ödem oluşturulmasına tanık olan çocuk örnekleri vardır. Böyle bir ortamda yetişen bir kız çocuğu, kadınların hor görülecek yaratıklar olduğu düşüncesine kapılır. Bunun paralelinde babasına karşı duyduğu korkuyu zaman içinde tüm erkeklere genelleyerek kendi evliliğinde de eşiyle mutlu olamayabilir.
Çocuklar, anne ve babalarının kendi aralarındaki ilişkilerinde son derece hassastırlar: Annesinin babası tarafından sürekli dövüldüğüne tanık olan 5, 5 yaşındaki bir erkek çocuğu, babasına olan düşmanlığını şu cümlelerle dile getirmektedir: "Babam, annemi dövüyor diye asker kılığına giriyorum, babamı öldürüyorum. Oyuncak tüfekle ateş ediyorum. Ama babam ölmüyor, oyuncak tüfekle vurduğum için" demektedir.
BAŞARILI ANA-BABA-ÇOCUK İLİŞKİSİNİN KOŞULLARI
Ana-baba, çocuklarını eğitirken, öncelikle gelişim evrelerini bilmeli ve çocuklarının içinde bulunduğu gelişim dönemini tanımalıdırlar. Başka bir deyişle, çocuklarını tanıyarak işe başlamalıdırlar.
Ana-baba, çocuklarının, kendi modelleri olmadığı gibi, kardeşlerinden ve arkadaşlarından farklı, bağımsız, kendine özgü zekâ ve kişilik özellikleri olan bir birey olduğu gerçeğinden hareket etmelidirler.
Anne ve babanın çocuklarına, "uygun olan davranışı" ya da neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretebilmeleri için, gerek kendi aralarında, gerekse çocuklarına yönelttikleri davranışlarında dengeli, tutarlı ve kararlı olmaları gerekir.
Anne ve babanın güvenli bir çocuğa sahip olabilmeleri için, önce kendilerine, sonra birbirlerine, ardından da çocuklarına güvenmeleri gerekir.
Çocuğun, taklit yoluyla her türlü davranış kalıbım öğrenmesi söz konusu olduğundan ana-baba "istenen-uygun davranış" örün-tülerini geliştirmelidirler. Ana-baba, önce kendi içlerinde barışık, huzurlu birer birey ve sağlıklı birer özdeşim modeli olmalıdırlar.
Ana-baba, çocuğundan yaşı ve yeteneklerine uygun isteklerde bulunmalı, çocuğu hayal kırıklığına uğratacak, yaşının üstünde beklentiler içine girmemelidirler. Çocuğun ilgi ve yeteneği onun yönlendirilmesinde esas alınmalı, ana-babanın tutkuları dikkate alınmamalıdır.
Ana-baba, öncelikle çocuğunu bağımsız bir birey olarak kabul eden, ona sevgi ile yaklaşan ve olumlu ilişki kurmaya çalışan kişiler olmalıdırlar. Bilinmelidir ki, sevgi temeline dayanan eğitim, sağlam ve başarılı bir eğitimdir.
Anne ve baba, soyut düzeyde uyarı yerine, somut düzeyde eylemi temel almalıdırlar.
Anne ve baba, öyle bir ortam hazırlamalıdırlar ki, çocuk sanki her zaman anne ve babası yanındaymış gibi kendini güvenli ve hiç yanında değilmiş gibi özgür hissetsin. Böyle bir aile ortamı çocuğun kendine özgü anlayış ve düşüncesini ifade etme olanağı sağlar. Buna karşılık sağlıksız aile, çocuğun nasıl algılaması, düşünmesi ve davranması gerektiğiyle ilgilenir. Çünkü bu ana-baba için, çocukları belirli bir kalıba sokmak, onun bağımsız olarak gelişmesinden daha önemlidir.
Ana-baba, çocuğunun kişiliğine saygı duyan, benlik saygısı üstün kişiler olmalıdır ki, çocuklarının benlik saygısı da üstün olabilsin. Ana-babalar, otonom (kendi kendini yöneten) bireyler yetiştirebilmek için gerekli psiko-sosyal ortamı hazırlamalıdırlar. Bunun için de aşırı koruyucu yaklaşımdan kaçınarak çocuğun kendi kendini yöneten bir birey olmasına fırsat vermelidirler.
Kısacası, ana-baba, çocuğa sevgi veren, girişim yeteneğini ve özgüvenini kazanabilmesi için onu destekleyen kişiler olmalıdırlar. Çocuğa yeterli düzeyde desteğin sağlandığı bu ortamda, ana-babanın sağladığı disiplin ve eğitimin nitelikleri olumludur. Çocuğun istemi hiçbir zaman engellenmez. Aşın davranışları anlayışla karşılanır ve yumuşak bir biçimde düzeltilir. Böyle bir esnek ortamda çocuk, cesaretli ve topluma uyumlu bir insan olarak yetişir. Yaşamını yapıcı çabalar üzerinde kurmayı öğrenir.
İdeal ana-babayı betimlemek zor olmakla beraber, başarılı ana-babalar, çocuğun ihtiyaçlarını sezen, onlara uygun yanıtlar veren, aşırı hoşgörülü veya kah olmayıp, çocuğa karşı esnek bir yaklaşım içinde olan, davranışlarında belirli bir devamlılık ve kararlılık sağlayan, karşı çıkmadan önce her zaman çocuğun isteklerini dinleyen ana-babalardır.
Yine başarılı ana-babalar, çocuğun kendi kendisini denetlemesi ya da iç denetim demek olan ahlak gelişimine ortam hazırlayan, çocuktaki sorumluluk duygusunu geliştiren, olayların sonuçlarıyla onları baş başa bırakan, onlara hak ve özgürlüklerinin sınırını öğreten, çocuklarına korku silahını çevirmeksizin, kendi kendilerini disipline eden ve düşüncelerini özgürce anlatabilen birer birey olarak yetişmelerine imkân hazırlayan kimselerdir.
(YAVUZER, Haluk, Ana-Baba Ve Çocuk, Remzi Kitabevi, 18. Basım, 2005, İstanbul, sy.69-70)
İletişim, aile sisteminin işleyişinde ve işbirliği, karar verme gibi işlevler için gereklidir. Aileler ile yapılan çalışmalarda da iyi iletişimin bulunduğu ailelerde, aile ilişkilerinden sağlanan doyumu daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. İyi bir iletişim ailede kişilerin birbirlerine daha iyi tanımalarına, kaynakların kullanımda beraberin sağlanmasına, davranışlarda koordinasyona amaçların belirlenmesine, kişilerin kendilerine ve diğer kişilere saygı duymalarına olanak sağlamaktadır. İletişimin aile empati, uyuşum ve saygı aktarımda çok önemli bir yeri vardır. Aile içinde sevgi, mutluluk, neşe, kızgınlık, üzüntü, korku vb gibi duyguların aktarılması ancak üyeler arası etkileşim ile olur. Karşısında ki ile empati kurma, onu anlama veya onu anlayamama gibi aile işlevlerinin sağlıklı veya sağlıksız olmasında çok önemli yeri olan davranışların temelinde, iletişim vardır. (Dönmezer, İbrahim, 1999.)
Ailede Anne-Baba Ve Çocuklar Arası İletişim
Anne-babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla olan iletişimi ve etkileşimi çocuğun aile içindeki yerini belirler. Aile çocuğun ilk sosyal deneyimini edindiği yerdir. Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır, bu ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşır. Sosyal uyum üzerindeki çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu kanıtlamıştır. Evlerinde yakın bir ilgiye, demokrasinin birleştiğini gören çocuklar, en etkin, özgür ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde en başarılı çocuklar olmaktadırlar. Buna karşı daha sert bir denetim altında tutulan ya da eğitim yöntemleri değişken olan ailelerde büyüyen çocuklar ise karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek istemekte ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorluk çekmektedirler. Dengeli, duygusal ve toplumsal etkileşimin güçlü olduğu aile ortamında, yeterli güven, sevgi ve sevecenlik içinde büyüyen çocuklar, gelişimleri için gerekli deneyimleri elde edebilirler. Hor gören cezalandıran ya da hem sevip hem de soğuk davranan anne ve babaların çocukları bağımlı bir kişilik yapısına sahip olmaktadırlar. Çocuğun aile üyeleri ile olan ilişkileri, diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırlar, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur. Aile aynı zamanda çocuğa, aile ve toplumun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temellerini atar. Anne-Baba-Çocuk ilişkisi, temelde anne ve babanın tutumuna bağlıdır. Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan birçok olaya, yeterli ve uygun olmayan ilk anne-baba-çocuk ilişkilerinin neden olduğu saptanmıştır. Anne ve babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimi şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yılarında kendi anne babasıyla sağlıklı bir iletişim kuramayan, yeterli sevgi göremeyen bir baba ya da aşırı baskı altında büyümüş bir annenin tutumları bu kötü deneyimler nedeni ile olumsuz olabilir büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar, iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir.
Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler, mutlu, arkadaşça, bunalımdan uzak ve yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Anne ve babanın sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar, büyük bir sevgi açlığı gösterirler, bu açlıkta bir takım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir. Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olan ergenlik dönemin de gencin, sorunlarını kolaylıkla çözebilmesi ve zorluğa uğramadan aşabilmesi, geçmişteki olumlu aile ilişkilerine bağlıdır. Çocukluk döneminde sevgi ve güven duygusuyla yetiştirilen çocuk, mutlu bir ergen adayıdır. Daha o dönemde anne ve babasıyla başarılı bir iletişim kurabilen çocuk, zorlu ergenlik döneminde de aynı arkadaşça ilişkilerini sürdürerek, kişisel sorunlarını kolaylıkla çözebilir. Yavuzer, Haluk. Çocuk Psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitapevi 19.Basım, 2000
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutumlarının farkında olması ve kendine güven yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir.
Çocuğun Duygusal Gelişiminde Anne ve Babanın Rolü
Aile içindeki duygusal etkileşim, çocuğun heyecan dünyasını doğrudan etkiler. Anne ve babalar, küçük yaştan itibaren çocuklarının tuvalet gereksinmelerini kendi başlarına gidermelerini beklerler. Oysa bu faaliyet yeterli düzeyde kas kontrolü gerektirdiğinden, 2–3 yaşından önce gerçekleşemez.
Anne ve babanın bu işlemi, çocuktan çok sert ve ısrarcı bir biçimde istemeleri, çocukta korku, öfke ve endişe gibi heyecanların görülmesine neden olabilir.
Kendisine daima yalancı olduğu söylenen, anne ve babası tarafından sevilmeyen, diğer çocuklarla sık sık kıyaslanarak alay edilen ve dayakla cezalandırılan bir çocukta, kısa ya da uzun süreli gerginlik halleri görülebilir.
(YAVUZER, Haluk, Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi, 25. Basım, Remzi Kitabevi, 2001, İstanbul, sy.104)
Ailenin Temel Gereksinimleri
1. Değerli olma duygusu: Aile içindeki etkileşim çocukları ya "ben değerliyim" ya da "değersizim" duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk her türlü davranışla bu duyguyu elde etmeye çalışır. Ergenlik çağındaki erkek çocukların çete kurarak çoğu kez ölümle sonuçlanan çatışmaları da, kendilerini önemli görmeyen aile ortamlarına bir tepki olarak yorumlanır. "Ben değerliyim" duygusunu aile içinde elde eden birey kendisini kanıtlamak için aşırı davranışlarda bulunmaya gerek duymaz.
2. Güven ortamı: Aile içindeki bireylerin emniyette olduğu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusu, bu gereksinmenin temel nedenidir. Eğer çocuk ev içinde kendisini güven içinde bulmuyorsa çocuk ailenin dışında bir yere yönelir. Aile ile olan bağlarını koparır.
3. Yakınlık ve dayanışma duygusu: Aile içinde temel güven ve dayanışma varsa aile dışında bireyin karşılaştığı stres getirici olumsuz olaylar yıkıcı etkisini pek göstermez. Güven duygusunun baskın olduğu aile dış dünyanın yaratmış olduğu sıkıntı ve kaygılarından kendisini kurtarır. Bu tür aile içinde olan kimseler kendilerine olduğu gibi çevresine de güvenirler. Eğer aile içinde güven ve dayanışma sağlanmamışsa bu in-sanlar yoğun stres ve gerginlik yaşarlar. Bu kişiler kendilerine dahi güvenemezler. Dolayısıyla çevresinde yakın ilişkiler kuramazlar.
4. Sorumluluk duygusu: Aile sistemi içindeki anne ve babalar davranış ve sözleri ile sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde sadece anne baba değil herkes sorumluluk duygusunu paylaşır. Elbette ki çocuklara yaşları oranında sorumluluk yüklenmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan, çocuğunu sorumluluktan kurtaran anne ve babalar kendi yaşamını biçimlendirmekten aciz sürekli başkalarının yönetiminde olmaya alışık bireyler yetiştirirler. Bu tür tutumlar sonucunda yetişmiş bireyler yaşamlarında yer alan olaylardan sürekli başkalarını sorumlu tutarlar. Gelişimsel dönemi göz önüne alınarak çocuğun odasını toparlaması, ev işlerine yardım etmesi gibi konularda sorumluluğu sağlanabilir. Bunu yaparken kız ve erkek işleri kesin çizgilerle ayrılmamalıdır. Çocuklarımızdan biz sorumluyuz. Bu sorumluluklarımızı unutmazken onlara da sorumluluk duygusunu küçük yaşlarda kazandırmaya çalışmalıyız.
5. Zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğrenme: Çocuğa her şey hazır verilmemelidir. Sorumluluk duygusunun gelişimi ile ilgili anlatılanlar zorluklarla mücadele etme ile ilgilidir. Çocuğun içinde bulunduğu gelişimsel dönem göz önünde bulundurularak çocuk kendi sorunları ile baş başa bırakılmalıdır. Bu durum onların zor sorunları ile mücadele ederek, uğraşmasına olanak vermek, kendisine güvenli sorun çözme becerileri gelişmiş bireyler olarak yetişmeleri için gereklidir. Karşılaştığı her zorluğa aşırı yardım eden ana babaların çocukları sürekli başkalarına muhtaç, kendilerine güvensiz olur. Böyle kişiler yeteneklerini keşfedemezler.
6. Mutluluk ve kendisini gerçekleştirme ortamı: Aile ortamı bir mutluluk ortamıdır. Şimdiye kadar anlatılan gereksinimlerin karşılanması mutlu olmayı getirir. Evde değerli olduğu duygusunu tadan birey mutlu olur ve yaptığı şeylerden doyum alır, kendini gerçekleştirme olanağı bulur.
7. Sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma ortamı: Katı din kuralları altında yetiştirilmiş çocuk sürekli yargılanacağı, cezalandırılacağı korkusunu yaşar. Kendi yaşantı ve deneyimlerini zenginleştirecek iç ve dış dünyasını araştırıp keşfedeceği yerine körü körüne itaati, kendi düşünce ve duygularından utanmayı öğrenir. Sağlıklı manevi yaşam ailenin çocuğuna verebileceği en önemli süreçtir. Sağlıklı bir manevi temeli olan insanlar kendisi ile barışık, insan ilişkileri olumlu ve kuvvetli saygılı bireyler olarak yetişirler.
Korunması Gereken Beş Temel Özgürlük
1. Şimdi ve burada olanı duyma ve görme (algılama) özgürlüğü.
2. Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü.
3. Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü.
4. Kendi arzularına göre bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlüğü.
5. Olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü.
2. Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü.
3. Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü.
4. Kendi arzularına göre bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlüğü.
5. Olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü.
Çocuk ve yönlendirici ilişkisi konusunda söyleyeceklerimiz maddeler halinde şöyledir:
1. Çocuk ile Uzman:
Çocuk ile uzman arasında karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı bir etki oluşturulmalıdır. Burada söylediğimiz gibi uzman yerine birey kendisini koyacaktır. Karşılıklı saygı ve anlayışın olabilmesi için her iki tarafın da birbirlerinin haklarına hürmet etmesi gereği vardır. Çocuğu büyük adam yerine koymak gereklidir. Bu şu demektir "nasıl olsa çocuktur> ne anlar ki" diye düşünmemeliyiz. Her sözümüz, davranışımız onun üzerinde silinmez izler bırakabilmektedir bu unutulmamalıdır. Çocuğun yaşına göre bu daha hızlı ve kuvvetli olabilmektedir. Buhran dönemlerinde daha etkili olacağı açıktır.
2. Çocuğu Büyük Adam Gibi Görmek (Çocuğu Ciooile Almak):
Çocuğu büyük adam yerine koymak nasıl olacaktır? Bunun için derslerimiz de verdiğimiz bir örnek şöyledir. Evinize utanacağınız yahut çok saygı ve sevgi duyduğunuz bir misafir gelse, siz ona nasıl davranırsınız. Özellikle çocuğunuza bu zatın yanında nasıl muamele edersiniz. Bunu gözünüzün önüne getirin ve çocuğunuzu ciddiye alınız. Mesele bu kadar basittir. Böyle bir misafirinizi çocuk ile birlikte olduğunuz zaman hayalinizde başköşeye oturtunuz, sanki o varmış gibi çocuğunuzla konuşunuz. Yahut ta bu misafiriniz çocuğunuzdur, öyle düşününüz ve ona göre hareket ediniz, normali budur. Ev içersindeki bir diğer bireyle de aynı şekilde davranış içinde olmamız uygundur. Görüldüğü gibi samimiyet adı altında karşılıklı haklar yenebilmektedir. Böyle düşünerek hareket edecek olursak, resmi davranacağız. Öyle yerli yersiz samimiyeti aklımızdan çıkarmalıyız. Samimiyet demek sevgili yavrumuza, eşimize, ev halkımıza kaba davranmak demek değildir. Samimiyet varsa arada, özellikle o insanlara karşı daha ölçülü ve değerli davranmamız gerekir.
(ÇAKMAKLI, Kemal, 1999, sy.43-44)
ÇOCUK VE ERGENLERDE İLETİŞİM ENGELLERİ
İletişim uzmanları, anne baba ile çocuk arasında yaşanan çatışmaların konuşma sırasında yapılan dil hatalarından kaynaklandığını ifade etmektedir. Sözel iletişimi engellediği için bu hatalara 'iletişim engeli diyoruz. Anne babalar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, kullandıkları dilin çocuklar için bir anlamı vardır. Bu anlam, çoğu zaman anne babanın iyi niyetiyle örtüşmez ve beklediklerinin aksine bir sonuç ortaya çıkabilir. Çoğu anne-baba tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan iletişim engellerini 12 başlık altında toplayabiliriz.
1. Emir vermek, yönlendirmek
• Çocuğa kendi duygularının ve ihtiyaçlarının önemli olmadığını hissettirir. Çocuk kayıtsız şartsız anne ve babanın isteklerini yerine getirmek zorundadır:
"Anneciğim arkadaşım ödevine yardımcı olmam için kütüphaneye gitmemizi istedi, izin verir misin?"
"Arkadaşının ne istediği umurumda değil, hemen eve
gel!"
• Çocuğa o anki durumunu beğenmediğimizi gösterir: "Babanın yanında nasıl oturuyorsun? Topla ayaklarını!"
• Anne babanın gücü çocukta korku yaratır. Çocuk kendisinden büyük ve güçlü biri tarafından incitileceği tehdidini
hisseder:
"Çabuk kahvaltıya gel! Gelmezsen getirmesini bilirim!"
• Çocuğu kırar ve kızdırır. Anne babaya karşı gelmeye, düşmanca duygularını açığa vurmaya iter:
"Ahmet'le arkadaşlık yapmanı istemiyorum. Bir daha onunla görüştüğünü duyarsam fena yaparım!"
• Anne babanın çocuğun kararlarına ve yeteneğine güvenmediğini gösterir:
"Bilgisayarımdan uzak dur, ne yapacağın belli olmaz!"
2. Uyarmak, gözdağı vermek
• Çocuğu korkak, kendine güvensiz ve aşırı uysal yapar: "Bir daha pijamayla kahvaltıya oturursan, seni buna pişman ederim."
"Şimdi hemen yatağa gitmezsen, tokadı yiyeceksin." • Anne babanın çocuğun istek ve ihtiyaçlarına saygı göstermediğini anlatır.
Çocuk bazen anne babanın gözdağını yerine getirip getirmeyeceğini test etmek için tüm uyarılara rağmen o şeyi yapmayı sürdürebilir:
"Gitar çalmayı bırakıp dersine başlamazsan bozuşuruz."
3. Ahlâk dersi vermek
• Çocuğun başka kişi ya da konulara ilişkin bakış açısına güvenilmediğini gösterir. Çocuk otoritenin ve gücün baskısı altında kendini aşağı ve yetersiz görür:
"Öğretmenlerine her zaman saygı duymalısın."
• Anne babanın çocuğun yargılarına güvenmediğini anlatır. Çocukta suçluluk duygusu uyandırır:
"Kardeşine böyle davrandığın için utanmalısın!"
4. Öğüt vermek, çözüm ve öneri getirmek
• Anne babanın çocuğun çözüm bulma yeteneğine güvenmediğini gösterir:
"Çok çalışmakla daha başarılı olamazsın. Etkili ders çalışma yöntemlerini öğrenmen gerekir."
• Çocuğa kendi düşüncelerine güvenmemeyi öğretir, anne babaya bağımlı hale getirir:
"Arkadaşlarını iyi seçmelisin* Görgüsüz, kaba ve tembel çocuklardan uzak durmalısın."
• Yerini bulmayan öğüt, bazen çocuğu kendisini anlamayan ve duygularını önemsemeyen anne babaya karşı gelmeye iter:
Anne: "Hayır, dersini bitirmeden dışarı çıkmana izin veremem."
Çocuk: "Arkadaşıma söz verdim, çıkmam gerekiyor. Bir saat sonra döneceğim, o zaman dersimi yaparım."
Anne: "Bize danışmadan söz vermemelisin. Hayır dedim, tartışma bitmiştir."
Çocuk: "Şu anda neler hissettiğimi busen böyle davranmazdın, işte çıkıyorum! Ne yapacağın umurumda değil!"
5. Nasıl yapacağını göstermek, her fırsatta mantıklı düşünceler önermek
• Yaptığı işe müdahale etmek, nasıl yapacağını göstermek çocuğa, kendisini beceriksiz ve küçük gördüğümüzü telkin eder:
"Kaşık öyle tutulmaz. Bak, işte böyle tutacaksın/
• Mantıklı düşünceler önermek, çocuğu aptallıkla suçlama anlamına gelebilir:
"Arkadaşınla kavga edeceğine öğretmenine şikayet etsey-din, disiplin kurulunda hesap vermek zorunda kalmazdın/
• Anne babaların yanılmaz olduğunu telkin eder. Halbuki onlar da her insan gibi yanılabilir. Yanılmalarına rağmen düşüncelerinde ısrar ettikleri takdirde çocuklarının gözünde güven ve saygılarını yitirirler:
Anne: "Gel seninle biraz İngilizce gramer çalışalım/ Çocuk: "Gramer çalışmayı sevmiyorum. Gramerle İngilizce öğrenmek artık eskilerde kaldı. Şimdi yeni yöntemler var." Anne: "Tembelliğine bahane arıyorsun değil mi?" Çocuk: "İngilizce öğretmeninden daha iyi mi bileceksin?" Anne: "Annenle ne biçim konuşuyorsun?" Çocuk: " Madem gramer biliyorsun, neden İngilizce konuşamıyorsun?"
Anne: "Fazla olmaya başladın! Dilin çok uzadı."
• Çocuklar uzun nasihatler ve nutuklar dinlemekten nefret ederler. İçlerinden: "Bu işkence ne zaman bitecek?" derler.
• Nasihat dinlerken bilgisizlikleri yüzlerine vurulmuş hissederler. Bazen buna sert tepki gösterirler:
"Bunların hepsini biliyorum. Tekrarlamana gerek yok, çeneni boşa yorma!"
6. Eleştirmek, yargılamak, suçlamak
• Çocuk kendisini aptal yerine konmuş, değersiz ve kötü hisseder:
Baba: "Ne zaman çalışmaya başlayacaksın? Bu zayıflar ne zaman düzelecek? Anlaşıldı, senin adam olmaya niyetin yok!"
Çocuk: "Ne yapayım? Çalışıyorum; ama olmuyor. Ben işe yaramaz, aptalın biriyim işte!"
• Çocuğu karşı eleştiri yapmaya itebilir:
Anne: "Yalan söyleme huyundan ne zaman vazgeçeceksin? Yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu bilmiyor musun?"
Çocuk: "Sen de yalan söylüyorsun! Daha geçen gün bana: Telefon eden Hatice Teyzense annem evde yok dersin/ diye tembihlemedin mi?"
• Eleştirmek çocuğun duygularını ve yaptığı pek çok şeyi anne babasından gizlemesine neden olabilir:
Arkadaşı: "Babana öğretmenden haksız yere dayak yediğini söyleyecek misin?"
Çocuk: "Hayır, söylemeyeceğim. 'Kim bilir dayağı hak edecek ne yaptın? der. En iyisi hiç anlatmamak."
• Sık eleştiri çocuklarda sevilmedikleri duygusu uyandırır: "Beni sevmedikleri için yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyorlar."
7. Övmek, yeteneklerini abartmak
• Çoğu anne baba övgünün faydalı olduğuna, çocuğu cesaretlendirdiğine ve güven duygusunu güçlendirdiğine inanırlar. Yerini bulmayan, hak edilmemiş bir övgü, beklenenin
aksine, güvensizlik duygusu uyandırır. Çocuk övgünün kendisini idare etmek için kullanıldığını düşünür:
Baba: "Gol atamadım diye üzülme, çok iyi oynadın." Çocuk: "Yapma baba! İyi oynamadığımı sen de biliyorsun.
Dökülüyordum/
• Çocuğun duygularıyla örtüşmeyen övgü, kızgınlık ve
nefret uyandırabilir:
Anne: "Kızım, bu sabah çok güzelsin/*
Kız: "Güzel değilim işte! Gözlerimin altındaki şu morluklara bak! Saçlarım çalı gibi. Saçlarımdan nefret ediyorum!"
• Övgüye alışan çocuk, sorumluluk ve iç denetim kazanamaz. Yaptığı her işte övgü bekler:
Çocuk: "Bugün oyuncaklarımı topladığım için bir şey de-
medin?"
Anne: "Aferin oğlum! Sen tertipli bir çocuksun.
• Övgü bazen çocukta anne ve baba tarafından anlaşılmadığı duygusu uyandırabilir:
Çocuk: "Ahmet artık benimle arkadaşlık yapmayacağını
söyledi.
Anne: "Sen iyi bir çocuksun. Arkadaşın yakında yaptığı hatayı anlayıp senden özür dileyecektir."
Çocuk: "Şu an ne hissettiğimi busen böyle söylemezsin."
8. İsim takmak, alay etmek, utandırmak
• Çocukların kişilik gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Onlarda kötü, değersiz, işe yaramaz oldukları ve sevilmedikleri duygusu uyandırır. Bazı çocuklar, dayak yeme pahasına, kasten anne babanın sevmediği davranışlarda bulunarak onları kızdırmaktan zevk alırlar:
Anne: "Sen lâftan anlamayan inatçı keçinin birisin!" Çocuk: "Anne, sen keçinin nesi oluyorsun?" Anne: "Şimdi terliği elime alırsam, nesi olduğumu görürsün!"
9. Yorumlamak, analiz etmek, teşhis koymak
• Gerçek amacının ve duygularının ne olduğunu kendisine sormadan çocuğun söz ve davranışları hakkında tahminde bulunan, yorum yapan ve teşhis koyan anne babalar ona şu mesajı iletmiş olurlar:
"Ben aslında senin ne demek istediğini biliyorum. Aklından geçenleri okuyorum."
Anne babanın bu acemi psikanalizciliği tutmadığında ise, çocuk kendisini yanlış anlayan ve haksız yere suçlayan anne babaya kızgınlık duyar.
Çocuk: "Kardeşime çok yüz veriyorsunuz!"
Anne: "Demek onu kıskanıyorsun?"
Çocuk: "Hayır, kıskanmıyorum! Kitaplarıma zarar verdiği için kızıyorum."
10. Güven vermek, ümitlendirmek, cesaretlendirmek
• Çocuk bir şeye üzülmüş, canı sıkılmış veya korkmuş iken onu teselli etmek ve cesaretlendirmek, o anki duygularını hafife almak anlamına geleceği için işe yaramaz. Sizden duygularını saklamaya başlayabilir:
Çocuk: "Çok üzgünüm. Bugün matematikten yine zayıf aldım."
Baba: "Üzülme, çalışır düzeltirsin. Sen akıllı bir çocuk-
sun.
Çocuk: "Çalışıyorum, ama yapamıyorum. Matematikten nefret ediyorum! Beni anlamıyorsunuz!"
11. Sınamak, çapraz sorularla sıkıştırmak
• Çocuğa arka arkaya sorular sormak, çapraz sorularla aynı konuya dönmek ona güvenmediğimiz, açığını yakalamaya çalıştığımız anlamına geleceği için, çocuk cevap vermek istemez. Kendisini mahkemede sorgulanan bir suçlu gibi hisseder:
Baba: "Bugün kaç saat ders çalıştın?"
Çocuk: "Bilmiyorum, saat tutmadım. Ödevlerimi soruyorsan, merak etme, yaptım, istersen göstereyim."
Baba: "Saat kaçta eve geldin?"
Çocuk: "Neden soruyorsun?"
12. Atlatmak, oyalamak, konuyu saptırmak
• Anne babalar genellikle çocukların sorularını ve problemlerini ciddiye almaz, atlatma ve konuyu saptırma yolunu seçerler. Size ne kadar basit gelirse gelsin, çocuklar bir soru sorduklarında çok ciddidirler ve cevabını almak isterler. Atlatıldıkları ve sorularına cevap alamadıkları zaman, önemsenmedikleri ve sevilmedikleri duygusuna kapılırlar: Çocuk: "Anne bugün okulda ne oldu biliyor musun?" Anne: "Sonra anlatırsın. Yemek hazır. Ellerini yıka da
gel.
Buraya kadar anlatılan iletişim engelleri, aynı zamanda, etkin dinleme ve kabul dili önünde de engeldirler. Bu engelleri ya da hataları yapmamak için çocuğumuzla iletişimde kendi duygularımızı ve önyargılarımızı askıya almamız gere kir. Bunu da, ancak kendimizi çocuğumuzun yerine koyarak başarabiliriz. Böylece çocuğumuzun gerçekte ne düşündüğünü ve ne hissettiğini anlamaya, olaylara onun gözüyle bakmaya başlarız. Psikolojide buna 'empati' adı verilmektedir.
Gerçek şu ki, empati yapabilen; yani karşısındaki kişiyi dinlerken kendisini onun yerine koyabilen ve onu anlamak için çaba gösterebilen insan sayısı oldukça azdır. Çünkü karşımızdaki kişiyi gerçekten anladığımız ve duygularını kabul ettiğimiz zaman, kendi görüşlerimizi yeniden gözden geçirme ve yorumlama gereği duyarız. Bu da bizi değişmeye; mevcut görüşlerimizin yerine başka görüşleri koymaya zorlar.
Neticede, insanlar arasında iletişim yoluyla bir şeyler öğrenen, kendilerine bir şey katabilenler, ancak karşısındakini gerçekten anlayabilenler, yani empati kurabilenlerdir. Dolayısıyla, empati, insanın karşısındaki insandan kendisine doğru duygusal ya da aklî deneyimlerin aktarıldığı bir köprü kurmasıdır. Sanırım, anne babalar kadar, her insanın ihtiyacı olan şey de bu.
(ÇANKIRILI, Ali, 2004, sy.13-21)
Genel olarak çocukların duyguları ve davranışları hakkında bilgi verelim:
Genel olarak çocuklar oyun oynamaktan ve diğer boş zaman aktivitelerinden, diğer aile üyeleri ile birlikte olmaktan ve arkadaşları veya başka çocuklarla bir arada olmaktan hoşlanıyorlarsa sorunlarının olmadığı düşünülür.
Herkes zaman zaman ve özellikle de kendileri için önem taşıyan konular istedikleri şekilde gitmediğinde üzülür, kızar, korkar veya öfkelenir. Bu doğal ve sağlıklı bir durumdur.
Ayrıca, herkes aynı duruma aynı şekilde tepki vermez. Bazı çocuklar sıkıntılı veya kendilerini üzen ya da korkutan durumlarla diğer çocuklara nazaran daha iyi baş ederler. Bu da doğal bir şeydir.
Bazı çocuklar kendilerine sıkıntı veren konularda konuşmak isterken, bazıları da duygularını kendine saklamayı tercih edebilir.
Çocuklar çoğunlukla duygularını davranışları ile dışa vururlar. Yani, çocukların davranışları onların neler hissettiklerini anlatır. Bu nedenle hangi davranışın ne anlama geldiğinin bilinmesi önemlidir.
Çocuğunuzun çoğunlukla üzgün ya da öfkeli olduğunu düşünüyorsanız, yardımınıza çok ihtiyaç duyduğu zaman gelmiş demektir.
Çocukların sorunlarla baş edebilmesi için etraflarındaki kişilerin destek ve anlayış göstermesi çok önemlidir.
Çocuklar hayatlarının farklı dönemlerinde davranış sorunları ve duygusal sorunlar yaşayabilirler. Bu sorunlar çoğu kişinin düşündüğünden de daha sık yaşanır.
Üzerinde durulması gereken sorunlar nelerdir?
Çocuklarda dikkat edilmesi ve üzerinde özenle durulması gereken sorunları davranış, sorunları, duygusal sorunlar, düşünceyle ilgili sorunlar ve intihar davranışı olarak gruplandırabiliriz.
Çocuklarda dikkat edilmesi ve üzerinde özenle durulması gereken sorunları davranış, sorunları, duygusal sorunlar, düşünceyle ilgili sorunlar ve intihar davranışı olarak gruplandırabiliriz.
Davranış sorunları
Sürekli bir saldırganlık, işbirliğini reddetme veya kendisinden istenilenleri yapmama, doğru olmadığını bilecek yaşta olmasına rağmen hayvanlara karşı acımasız davranma veya bulimia ya da anorexia nervosa gibi yeme bozukluklarını kapsayabilir.
Sürekli bir saldırganlık, işbirliğini reddetme veya kendisinden istenilenleri yapmama, doğru olmadığını bilecek yaşta olmasına rağmen hayvanlara karşı acımasız davranma veya bulimia ya da anorexia nervosa gibi yeme bozukluklarını kapsayabilir.
Duygusal sorunlar
Duygusal sorunların fark edilmesi davranış sorunlarının fark edilmesinden daha zordur. Sürekli bir anksiyeteyi (endişe, kaygı), çoğu zaman üzgün olmayı veya fobileri (örneğin örümcekler ya da sinekler gibi belli bir şeyden aşırı ölçüde korkmak) içerebilir.
Duygusal sorunların fark edilmesi davranış sorunlarının fark edilmesinden daha zordur. Sürekli bir anksiyeteyi (endişe, kaygı), çoğu zaman üzgün olmayı veya fobileri (örneğin örümcekler ya da sinekler gibi belli bir şeyden aşırı ölçüde korkmak) içerebilir.
Düşünceyle ilgili sorunlar
Düşünceyle ilgili sorunlar da nadir değildir ve her yüz kişiden birini hayatın bir döneminde etkileyebilir. Ancak bu sorunlar genellikle ergenliğin son dönemleri ile yetişkinliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkar. Bunlar şizofreni ya da bipolar bozukluk gibi hastalıkları içerebilir.
Düşünceyle ilgili sorunlar da nadir değildir ve her yüz kişiden birini hayatın bir döneminde etkileyebilir. Ancak bu sorunlar genellikle ergenliğin son dönemleri ile yetişkinliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkar. Bunlar şizofreni ya da bipolar bozukluk gibi hastalıkları içerebilir.
HATA ODAKLI AİLE ORTAMI
Çocuğun başarısını olumsuz etkileyen bir diğer durum da, hata odaklı aile ortamıdır.
Ana-babalar, çocukların geçmişteki hataları ve eksiklikleri üzerine odaklanıyor. Bu tavır sonucu özgüvenini kaybeden öğrenci, hata yapmaktan daha da korkar hale geliyor ve sınıfta söz alamıyor. Zamanla bu durum, yani çocuğun hatasına odaklı aile ortamı, çocuğun şevkini kırıyor ve hem öğrenirken hem de sınav sırasında kaygılı ve panik halinde olmasına yol açıyor.
Birçok rehber öğretmenin edindiği izlenime göre ailelerde baba, genellikle korkulan ve uzaktan kumandayla yöneten kişi olarak görülüyor. Bu ailelerin sayısı oldukça kabarık ve bu nedenle çok sayıda öğrenci korkuyor, eziliyor, acı çekiyor ve zamanla daha da başarısız hale geliyor.
Hata odaklı olma yerine, ailede aşağıda belirteceğim çaba odaklı, yaşayarak öğrenme vurgulu bir yaklaşım olsa, çocuk çalışmalarından daha iyi sonuçlar alır. Nedir bu yaklaşım? Burada kısaca sözünü edeceğim, ama ilerde daha ayrıntılı ele alacağım yaşayarak öğrenme modeli. Yaşayarak öğrenme modelini uygulamak için şu dört soru sorulur:
• Ne yaptım?: Bu soru, öğrencinin yaptığı şeyi gözlemesini sağlar. Örneğin öğrenci, "Tarih çalıştım!" diyebilir. (CÜCELOĞLU, Doğan, 2006, sy.94)
Sağlıksız ailede gizli kurallar:
Sağlıksız ailede kurallar bilinçaltındadır. Gizli ve açığa çıkmamıştır. Bu kuralları kimse tartışamaz. İşte sağlıksız ailede geçerli olan kurallar şunlardır:
1.Denetleme: çocuk duygu ve düşüncelerini ifade ederken hep korku içindedir. Ya da duygularını ifade edemez, bastırır. Söyleyeceklerini hep önceden kestirmek zorundadır. Kendiliğinden ortaya çıkan davranış kötüdür, affedilmez. Bu tür ailelerde sağlıklı bir güven ortamı söz konusu değildir.
2.Mükemmeliyetçilik: Yapılan her işte, girilen her sınavda kişinin mükemmel olması beklenir. Her şey göstermeliktir, başkasının beğenmesi için yapılır. Mükemmeliyetçilik kişinin kendi gerçeğinin hiçbir değeri olmadığını kendi düşünüş ve değerlendirilişinin önemsiz olduğunu ifade eder. Bu ortamda yetişen çocuğun temel duygusu umutsuzluktur. Kendilerini değersiz, yetersiz bulurlar.
3.Suçlama: Suçlama olayları olduğu gibi kabul etmemenin bir sonucudur. Yapılan suçlamalar her şeyin denetim altında tutulması gerektiği ve yapılan her şeyin mükemmel olmasının zorunlu olması gerektiğini ortaya çıkarır. Bu durum ise kişide kaygı ve utanç duygularını yaratır.
4.Beş temel özgürlüğün inkârı: Sağlıksız ailede kişilerin doğal olarak geliştirdikleri algılama, duygu, düşünce, davranış, arzu ve amaçları inkâr edilir. “içinden geldiği gibi değil; mükemmeliyetçi kurala uyarak, başkalarının senden beklediği biçimde algıla, duygulan, düşün, davran, arzu et, ve amaç edin.” Bu durum kişini kendi gerçeğini inkâr etmesine neden olur. Böylece kişi tamamen dışa bağımlı, kendi iç dünyasıyla ilişkisi kopuk, robot gibi yaşar. Böyle bir kişinin mutlu olması da söz konusu olmaz.
5.Konuşmanın yasak olması: Sağlıksız bir ailede özellikle çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmesine olanak verilmez. Bu duru çocuklarda değersizlik duygularına neden olur.
6.Küskünlük ve kırgınlıkların sürdürülmesi: Aile içindeki kırgınlık ve küskünlüklerin sürdürülmesi, kişilerin birbirlerini anlamasını ve sorunun çözülmesini engeller.
7.Kimseye güvenmeme: Sağlıksız bir ailede kimse kimseye güvenmez. Aslında güven var gibi görünse de temelde güvensizlik vardır. Sağlıksız ailede yetişen kişi kimseden saygı ve gerçek sevgi görmediği için kimsenin kendisine yardım edemeyeceğine inanır. Yardım etmek isteyenlerin “mutlaka art düşüncesi vardır, çıkarı vardır” diye düşünür.
Sağlıksız ailede yetişen kişilerin kendilerine güveni olmaz. Bu kişiler mutlaka dıştan denetimli bireyler olurlar.
“Temelinde sevgi olan hiçbir eğitim başarısızlığa uğramaz”
Sağlıklı Bir Ailede Sorunları Çözmek İçin Kullanılan Yöntemler:
Sağlıklı Bir Ailede Sorunları Çözmek İçin Kullanılan Yöntemler:
“Sevgi gelince tüm eksikler biter”
Yunus Emre
SEVGİ
İnsanları bir arada tutan en önemli etken, karşılıklı yararlanma ve dayanışma gereksinimidir. Ancak sevginin karışmadığı insan ilişkileri, çıkar ilişkileri olmaktan öteye gidemez. Sevgi insan topluluğunun bulunduğu her yerde vardır. Ailenin olduğu gibi toplumsal yaşamın da kaynaştırıcı gücü ve mayasıdır.
Sevgiyi en geniş anlamda, «İnsanları birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümü» olarak tanımlamak yanlış olmaz. Ana-baba sevgisi, çocuk sevgisi, kardeş, arkadaş, eş sevgisi, yurt ve insanlık sevgisi evrensel olan tek bir duygunun değişik görüntüleridir. Sevecenlik, ilgili, anlayış, hoşgörü, acıma, bağlılık ve beğenme de bu duygunun ürünleridir.
Sevgi üzerine uzun övgüler yazılabilir. Bu yola girmeden ruhbilimin ve ruh hekimliğinin ortaya koyduğu şu gerçeği bir kez daha belirtmekle yetinelim: İnsanoğlu sevme yeteneğini sevile sevile kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir. Türkçemizde bunu belirten pek çok Atasözü ve deyim bulabiliriz. Örneğin: «Sen sever sen yavrunu, o da sever yavrusunu!» sözü bu gerçeği vurgulamaya yeter. Süt çocukluğu konusunda tartışırken sevginin, kaynağını ana ile yavru arasındaki sıcak ilişkiden aldığını belirtmiş, sevgi yoksunluğunun ve yetersizliğinin yol açtığı kötü sonuçlara değinmiştik. Gerçekten çocukluğunda sevgiye doymamış insanın dengeli bir kişilik geliştirmesi de, başkalarını sevmesi de olanaksızdır. Kişi yeterince almadığını başkalarıyla paylaşamaz!
Çocuklukta sevginin ana ve baba gibi bir iki kaynaktan alınması önemlidir. Ayrıca sevgi ilişkisinin sürekli olması gereklidir. Çok değişik kişilerden gelen sevgi, doyurucu olmaz. Örneğin çok kalabalık ailelerde, sevgi gereksinimini çok değişik kişilerden ve düzensiz olarak karşılayan bir çocuk güven duygusu geliştiremez. Akrabalar arasında elden ele gezen çocuklar, sevilseler de doyumsuz kalırlar. Dilimizde bu sakıncayı çok iyi anlatan bir Atasözü Var: «Bir çocuğun kırk ebesi olunca ya kör kalır, ya topal!»
Sevgi konusunda başka bir gerçek daha var. O da sevilme gereksiniminin yaşam boyu sürdüğüdür. Sevgi, açlık ve susuzluk gibi sürekli doyurulmak isteyen bir duygudur. Yaşamda sevgi boşluğunu dolduracak, onun yerine geçebilecek başka bir şey gösterilemez. Ana kucağındaki yavru da, seksen yaşına gelmiş insan da onsuz edemez. Doğaldır ki her çağda sevilme gereksinimi bir değildir. İlk yaştan başlayarak, anadan alınan sevgi gelişerek ve çevreye yayılarak zenginleşir. Ama sevilme gereksinimi azalmadan, yalnız biçim değiştirerek sürüp gider. Hep alıcı durumda olan çocuk önce aile üyeleriyle, sonra da çevresiyle sevgi alışverişine girer. Başka bir deyişle çeşitlilik kazanır. Sevgi ilişkisini ailesi dışına taşıramayan bir kişi, bu gereksinimi tam karşılansa bile olgun bir kişi sayılamaz.
Kişi yaşamında ne denli başarılı, ne denli varsıl olsa da sevgiyi yitirdiği zaman kendini boşlukta bulur.
(YÖRÜKOĞLU, Atalay, 2003, sy.182)
SESSİZLİK
Sessizlik kadar çocuğa konuşma olanağı tanıyan güçlü bir etken yoktur. Sadece sessiz durarak çocuğa konuşma alanı bıraktığımız için çocuk konuşmaya yönelebilir.
Kabul ettiğini gösteren tepkiler: Sessizlik iletişimi engellemesine karşın çocuğa kabul edilmediği izlenimini verir. Ona gerçekten tüm dikkatimizi verdiğimizi göstermeliyiz. Bunu yapmak içinse karsımızdakine sözlü ve sözsüz mesajlar iletmeliyiz. Hı hı, evet, seni anlıyorum... gibi sözlü mesajlarla; bas sallama, jestler ve mimiklerle, beden durusu gibi sözsüz mesajlarla karsımızdakine onu dinliyor hissini vermemiz gerekir. (http://www.yolcu.biz/aile.htm)
Karşısındakinin konuşmasına olanak tanıma. Edilgin dinleme kişiye: o Duygularını duymak istiyorum. O Duygularını kabul ediyorum. O Benimle paylaşmak istediğin konuda vereceğin karara güveniyorum. O Bu senin sorunun, sorumlu sensin." gibi güçlü mesajları verir. Kabul ettiğini gösteren tepkiler: Sessizlik iletişimi engellemekle birlikte çocuğa kabul edilmediği izlenimini de verebilir. Ona sessizce dinlerken yanlış anlamalara neden olmamak için gerçekten tüm dikkatimizi verdiğimizi göstermeliyiz. Bunu yapmak içinse karşımızdakine sözlü ve sözsüz mesajlar iletmeliyiz. "Hı hı, evet, seni anlıyorum..." gibi sözlü mesajlarla; baş sallama, jestler ve mimiklerle, beden duruşu gibi sözsüz mesajlarla karşımızdakine gerçekten onu dinlediğimiz hissini vermemiz gerekir. Konuşmaya açık davet: Çocuklar sorun ve duygularını dile getirmekte güçlük çekerler. Konuşmak için yüreklendirilmek isterler. Şu örnek cümlelerle konuşmaya davet sağlanabilir:
O konuda konuşmak ister misin?
Bu olay karşısında neler hissettin?
Bana örnek verir misin?
Bu konuda neler düşünüyorsun?"
EMPATİ
Empati kurma sürecinin ilk adımı etkin dinlemedir. Empati kurulacak kişi mümkün ve gerekli olduğu kadar çok kanaldan dinlenmeli, düşünceleri, tutumları ve duyguları anlaşılmaya çalışılmalıdır. Etkin dinleme yapabilmek empati kurmayı önemli ölçüde kolaylaştırır ama empati kurmak için tek başına yeterli değildir. Empati kurmak için, özellikle tutum ve duyguların anlaşılmasına odaklanılmalıdır. Böylece kişinin kendi bakış açısını ve duygularını anlamak mümkün olabilir. Kişinin tutum ve duygularının yanlış anlaşılması empati kurmayı engelleyecektir.
Empati kurulan kişinin bakış açısı ve duyguları doğru anlaşıldıktan sonra, bir an için (kısa bir süre) onun bakış açısı ve duygu durumuna girilmeli (empati kuran kişi kendini empati kuracağı kişinin yerine koymalı); durum onun gözleriyle görülmelidir. Kendini kişinin yerine koyma süresi, durumu anlamak için yeterli ama kısa olmalıdır. Bu sürenin sonunda empati kuranın kendi bakış açısına ve kendi duygu durumuna dönmesi gerekir.
Son aşamada, empati kurulan kişiye, duygularının ve bakış açısının anlaşıldığı yolunda bir geribildirim verilmelidir. Empati kurulan kişinin, anlaşıldığını, anlaması ve kabul etmesi için ona zaman tanınmalı ve ona karşı içten olunmalıdır.
Günlük yaşam içinde, çoğu zaman, tam bir empati kurmak mümkün değilse bile, empatik yaklaşımı sıklıkla kullanmak mümkündür. Empatik yaklaşım, gün içinde etkileşimde bulunduğumuz kişilerle empati kurmaya, onların bakış açısı ve duygularını anlamaya çalışmaktır. Empatik yaklaşımda bulunmak ve doğru kullanabilmek için empatinin öğrenilmesi ve empatik yaklaşımın benimsenmesi gerekir.
Empatik anlayış, insan ilişkilerinin etkinliğini artırır ve devamını sağlar. Kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, onun duygularını anlaması ve bunu ona yansıtması, onun duygu ve düşüncelerinin farkına varmasına ve daha iyi anlamasına yardım eder.
Empati, paylaşma, yardım etme ve diğer özgeci davranışlar için önemli bir ön koşuldur. İnsanların birbirine yaklaşmasını ve aralarında sevgi bağının oluşmasını sağlar. Empatiden yoksun ilişkiler, özellikle çocuklarda iç çatışmalara neden olur. Empati ise, iç çatışmaların oluşmasını engeller. Böylece çocuğun benliği daha iyi gelişir ve streslere karşı çözümleyici bir ego yapısının oluşmasına yardım eder.
Aile Yaşamı düşünüldüğünde empati neden gereklidir? Hangi sorunları ortadan kaldırır?
Aile içinde zaman zaman sorunlar ve iletişim problemleri yaşanabilir. Karşılıklı memnuniyetsizlikler, mutsuzluklar, başka faktörlere bağlı sıkıntılar yaşanabilir. Aile bireylerinin özellikle olumsuz duygular yaşanırken birbirlerini anlamaları çok önemlidir. Kişiler yaşadıkları sıkıntılar ve bu sıkıntıların doğurduğu duygularla baş edebilmekte zaman zaman zorlanabilirler. Bu durumda ailenin diğer bireylerinin sıkıntı yaşayan kişinin duygularını anlaması ve bu duyguları referans alarak hareket etmesi hem kişinin sıkıntısını hafifletecek hem de olası bir iletişim çatışmasını ortadan kaldıracaktır. Çünkü empatinin var olmadığı ortamlarda bireylerin tek tek yaşadıkları problemler diğer bireylerin yanlış yorumlamalarına neden olabilmektedir. Kişinin kendi olumsuz duyguları nedeniyle yaşadığı bir problem eğer doğru anlaşılmazsa çatışmalara da neden olmaktadır. Oysa davranışın altında yatan duyguyu anlamak ve kişiye duygusunu anladığımıza dair bir mesaj vermek hem olası bir çatışmayı önleyecek hem de kişinin kendi problemini çözme fırsatı elde etmesine yardımcı olacaktır. Çünkü özellikle çok yoğun duygular yaşanırken bazen kişiler kendi temel duygularını fark etmekte zorluk yaşayabilirler. Kendisine empatik yakalaşan ve duygusunu yansıtan biri olduğunda duyguları üzerinde düşünme fırsatı bulmak mümkün olacaktır. Anne-babaların çocuklarıyla ilişkilerinde de empatinin önemi büyüktür. Özellikle disiplin uygulamalarında çocuktan ne istediğimizi ve ne istemediğimizi dile getirirken kendi duygularımızı ifade edebilmek çok önemlidir. Hangi davranışın bizi rahatsız ettiğini, bizde hangi duyguyu yarattığını uygun bir dille ifade ettiğimizde çocuğumuzda istediğimiz davranışları görme olasılığımız artar. Aynı şekilde hoşumuza giden, bizi memnun eden davranışları ifade ettiğimizde çocuğumuzun bu davranışları pekişecektir. Çocuklar sıkıntı yaşıyorken onların sıkıntılarını anlayabilmek, duygularını fark etmek-yansıtmak ve bu durumu sıradan bir disiplin ve davranış problemi gibi ele almamak önemlidir. Anne-babaları tarafından duyguları anlaşılan çocukların ister istemez davranış problemleri de azalacaktır. Ayrıca anlaşılmış olma duygusu güven gelişimi için de önemlidir. Çocukluk çağında yaşanan birçok ruhsal ve davranışsal problem empatik yaklaşım sayesinde erkenden tanınabilir ve müdahale edilmesi kolaylaşabilir. Çünkü çocuklar yaşadıkları sıkıntıları genellikle dolaylı yoldan, davranışları ve tutumları ile ifade edebilirler. Eğer anne ve babalar çocukların duygularına duyarlı olurlarsa onlardaki değişimlerin kaynağını ve neden olan temel duyguları fark edebilirlerse hem birçok problem hafif düzeydeyken çözülebilir hem de ağırlaşma olasılığı olan problemler fark edilebilir. (http://www.minikeller.com/modules.php?name=News&file=print&sid=229)
Aile içinde zaman zaman sorunlar ve iletişim problemleri yaşanabilir. Karşılıklı memnuniyetsizlikler, mutsuzluklar, başka faktörlere bağlı sıkıntılar yaşanabilir. Aile bireylerinin özellikle olumsuz duygular yaşanırken birbirlerini anlamaları çok önemlidir. Kişiler yaşadıkları sıkıntılar ve bu sıkıntıların doğurduğu duygularla baş edebilmekte zaman zaman zorlanabilirler. Bu durumda ailenin diğer bireylerinin sıkıntı yaşayan kişinin duygularını anlaması ve bu duyguları referans alarak hareket etmesi hem kişinin sıkıntısını hafifletecek hem de olası bir iletişim çatışmasını ortadan kaldıracaktır. Çünkü empatinin var olmadığı ortamlarda bireylerin tek tek yaşadıkları problemler diğer bireylerin yanlış yorumlamalarına neden olabilmektedir. Kişinin kendi olumsuz duyguları nedeniyle yaşadığı bir problem eğer doğru anlaşılmazsa çatışmalara da neden olmaktadır. Oysa davranışın altında yatan duyguyu anlamak ve kişiye duygusunu anladığımıza dair bir mesaj vermek hem olası bir çatışmayı önleyecek hem de kişinin kendi problemini çözme fırsatı elde etmesine yardımcı olacaktır. Çünkü özellikle çok yoğun duygular yaşanırken bazen kişiler kendi temel duygularını fark etmekte zorluk yaşayabilirler. Kendisine empatik yakalaşan ve duygusunu yansıtan biri olduğunda duyguları üzerinde düşünme fırsatı bulmak mümkün olacaktır. Anne-babaların çocuklarıyla ilişkilerinde de empatinin önemi büyüktür. Özellikle disiplin uygulamalarında çocuktan ne istediğimizi ve ne istemediğimizi dile getirirken kendi duygularımızı ifade edebilmek çok önemlidir. Hangi davranışın bizi rahatsız ettiğini, bizde hangi duyguyu yarattığını uygun bir dille ifade ettiğimizde çocuğumuzda istediğimiz davranışları görme olasılığımız artar. Aynı şekilde hoşumuza giden, bizi memnun eden davranışları ifade ettiğimizde çocuğumuzun bu davranışları pekişecektir. Çocuklar sıkıntı yaşıyorken onların sıkıntılarını anlayabilmek, duygularını fark etmek-yansıtmak ve bu durumu sıradan bir disiplin ve davranış problemi gibi ele almamak önemlidir. Anne-babaları tarafından duyguları anlaşılan çocukların ister istemez davranış problemleri de azalacaktır. Ayrıca anlaşılmış olma duygusu güven gelişimi için de önemlidir. Çocukluk çağında yaşanan birçok ruhsal ve davranışsal problem empatik yaklaşım sayesinde erkenden tanınabilir ve müdahale edilmesi kolaylaşabilir. Çünkü çocuklar yaşadıkları sıkıntıları genellikle dolaylı yoldan, davranışları ve tutumları ile ifade edebilirler. Eğer anne ve babalar çocukların duygularına duyarlı olurlarsa onlardaki değişimlerin kaynağını ve neden olan temel duyguları fark edebilirlerse hem birçok problem hafif düzeydeyken çözülebilir hem de ağırlaşma olasılığı olan problemler fark edilebilir. (http://www.minikeller.com/modules.php?name=News&file=print&sid=229)
KONUŞMAYA AÇIK DAVET
Çocuklar sorun ve duygularını dile getirmekte güçlük çekerler. Konuşmak için yüreklendirilmek isterler. Şu örnek cümlelerle konuşmaya davet sağlanabilir:
•O konuda konuşmak ister misin?
•Bu olay karşısında neler hissettin?
•Bana örnek verir misin?
•Bu konuda neler düşünüyorsun?
KABUL
İletişimde temel ilke kabul etmedir. Başkasını olduğu gibi kabul etmek, onu gerçekten sevmektir. Kabul edildiğini hissetmek, sevildiğini de hissetmektir. Ancak "kabul etme" kavramı, karsımızdakinin söylediği her şeyi onaylama, ileri sürdüğü fikirlere katılma veya tüm yorumlarını kabullenmeyle karıştırılmamalıdır. Burada sözü edilen; düşünce, fikir ya da yorumlarda tümüyle zıt kutuplarda bile yer alsak, karsımızdakinin duygularını anlama ve saygı gösterme çabasıdır. Kişiyi söyledikleri, düşündükleri ve hissettikleriyle birlikte bir birey olarak kabul etmek, onun bireyselliğine, farklılığına ve tekliğine saygı göstermek, söylediği her şeyi kendi değer sistemimizde onaylamamızı ve kabullenmemizi gerektirmiyor. Kendimiz için yanlış bulsak bile, her insanin kendine özgü olusunu yadsımadan, onu kendimize uydurma çabasına girmememiz onu kabul ettiğimiz anlamını taşır. Voltaire'in dediği gibi "söylediklerini kabul edemem, ama konuşma hakkini ölene kadar desteklerim"...
(YAVUZER, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, 19.Basım, 2005, İstanbul. Sy.12)
Kabul gösterme çocuğu koşulsuz, şartsız, yargılamadan kabul etmektir. Fakat çocuğun her davranışını onaylamak değildir. Çocuğun yapıcı değişimini sağlamada, sorununu çözmesini kolaylaştırmada daha sağlıklı psikolojik duruma gelmesini sağlamada, öğrenmesini cesaretlendirmede kritik öğe kabul göstermedir. Aynı zamanda çocukla ailesi arasında sağlıklı ilişki ve iletişimin başlangıcında yer alır. Çocuğun potansiyelini gerçekleştirmesini sağlar.
DÜRÜST OLMAK
İnsanlar birbirleri ile iletişimlerinde bazı olaylar ya da durumlar karşısında o anda hissettikleri gerçek duygularını ya da söylemek istedikleri düşüncelerini belirtmezler. Genellikle o andaki olay karşısında hissedilmesi uygun olan duygu ya da düşünceleri belirtirler. Oysa açık ve etkili bir iletişimde, insanların birbirlerine karşı dürüst, samimi ve içten davranmaları çok önemlidir. Özellikle çocukla iletişimde anne-babanın, çocuğa karşı dürüst davranmaları aralarında sıcak bir etkileşimin gelişmesine yardımcı olur.
Anne-baba, sorununu anlatmaya çalışan çocuğa ana-baba rolü yerine, insan olarak yaklaşmaya çalışmalıdır. Çocuğun duygularını ana-baba bakışı ile değil, bir insan bakışı ile algılamaya çalışarak dürüst ve doğru cevaplar vermek gerekir (Navaro, 1998). Örneğin; fasulye yemeğini sevmeyen bir çocuk, annesine "Anneciğim sen çocukken fasulye yemeğini sever miydin?" diye sorduğu zaman, anne sevmediği halde "Evet severdim." diyerek cevap verirse çocuğa dürüst davranmış olmaz. Böyle bir durumda anne, "Evet çocukken ben de fasulye yemeğinden pek hoşlanmazdım. Fakat fasulyenin yararlarını öğrendikten sonra azar azar yemeğe başladım ve zamanla sevdim." diyebilir. Okul çocuklarım kaygılandıran önemli bir sorun da sınavdan aldıkları zayıf not olabilir. Böyle bir sorun karşısında çocuk, annesine "Anneciğim sen hiç zayıf not aldın mı?" diye sorduğu zaman bazı anne-babalar doğruyu söylemekten kaçınırlar. Doğruyu söyledikleri zaman, çocuğun rahatlayıp zayıf notunu düzeltmek için çaba göstermeyeceğini ya da ona olumsuz bir örnek olacaklarını düşünerek "Hayır ben hiç zayıf not almazdım." derler. Ancak anne-babaların, çocuğun sorularına dürüst cevaplar vermemeleri, çocuğun kendisini anne-babasma yakın hissetmesini ve davranışım olumlu yönde değiştirmesini engeller.
Bazı anne-babalar, çocuklarının davranışlarının çoğunu kabul ediyormuş gibi görünerek, iyi anne-baba olma rolünü oynarlar. Bu nedenle çocuklarının davranışlarına gösterdikleri kabulleri gerçek kabul olmayıp yapmacık bir kabuldür. Çocuğun davranışını kabul ediyormuş gibi görünmeye çalışsalar da içlerinden kabul etmezler.
KATILIMCI DİNLEME
Etkin dinleme empati kurma sürecinin temel taşıdır. Dökmen empatiyi "bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır" biçiminde tanımlamıştır. Anlaşılanların, empati kurulan kişiye yansıtılması da empatinin zorunlu bir aşamasıdır. Empatiyi, karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerinin anlaşılması, kişinin kabul edilmesi ve bunun kişiye yansıtılması olarak tanımlayabiliriz. Empati terimi ile ifade edilen sempatiden farklıdır. Sempati, yakınlık duymaktır. Empati ise karşımızdakinin duygularını anlamak ve ona bu anlayışı iletmekle sınırlıdır. Empati kurduğumuz kişiye yakınlık duymamız gerekmez.
Etkin dinleme alıcı açısından iletişimdeki gürültüyü azaltma ve mesajı tam ve doğru olarak alma etkinliğidir/becerisidir. Etkin dinleme sadece mesajı almakla sınırlı değildir. Mesajın alındığını geri bildirmeyi de içerir. Farkında olarak ve belirli kurallara uyularak yapılması gerekir
Psikoterapi, eğitim, iş görüşmeleri, çocuklarla etkileşim gibi değişik alanlarda etkin dinleme yapmak mümkündür. Amaç, çoğu zaman bir sorunun anlaşılması ve çözümüne yardımcı olunmasıdır.
Etkin dinleme için uygun ortam seçilmelidir. Ortamın, mesaj içeriği üzerindeki bozucu etkileri en az seviyede olmalıdır. Gürültüsüz, yeteri kadar aydınlatılmış ve iletişim sürecine dışarıdan müdahale edilmesinin önlenmiş olduğu ortamlar tercih edilmelidir.
Mümkünse konuya ilişkin bilginin önceden artırılması iletişimi kolaylaştırır. Özellikle teknik bir konu konuşuluyorsa, en azından konuya ilişkin kavramlar bilinmelidir.
Dinleyicinin, konuşmacıya ilişkin tutumlarını iletişim ortamına taşımaması, konuşanın özellikleri ile konunun içeriğini iyi ayırt edebilmesi önemlidir. Böylece algı yanılmalarını önemli ölçüde azaltmak mümkün olabilir.
Dinleme sırasında anlaşılamayan sözlerin açıklanması istenmelidir. Açımlayıcı sorular sorulmalı ama soruların yönlendirici olmamasına özen gösterilmelidir. Yapılan açıklama tatmin edici olduğunda, bu konuşana geri-bildirilmelidir.
Gordon'a göre; etkin psikolojik dinleme çocuğun bir önceki iletisine yalnızca ayna tutup geri ileten bir sözlü tepkidir. Etkin psikolojik dinlemenin pasif dinlemeden farkı, dinleyen kişinin duyduğunu tekrar ederek-, özümleyerek geri yansıtmasıdır. Tekrarlamanın esası mesajın anlamım değiştirmeden, yalnızca kendi sözcükleri ile ifade edilmesidir.
Çocuklar dinlenmemeleri ve ciddiye alınmamaları konusunda oldukça duyarlıdırlar. Dinlenmediklerini hemen fark ederler. Anne-babalarından karşıt görüş duymayı, dinlenmemeye tercih ederler. Anne-babasının kendini gerçekten duyduğunu fark eden çocuk, sevildiği, önemsendiği ve anlaşıldığı duygusunu yasar ve kendini rahat hisseder. Bu, çocuğun benlik saygısının ve anne-babasıyla yakınlığının artmasına ve aile içi iletişimin güçlenmesi ve sürekli olmasına zemin hazırlar. Unutmayın! Çocuklar, hangi yasta olurlarsa olsunlar, kendilerini ifade edebilmek için anne-babalarının yardımına gereksinim duyarlar.
1. Yarı dinlemek yerine... Tüm dikkatinizi vererek dinleyin...
2. Duyguyu reddetmek yerine... Duyguyu isimlendirin...
3. Açıklama ve mantık yerine... Çocuğa isteklerini bir hayal dünyasında sunun...
4. Sorular ve ögütler yerine... Bir sözcükle onaylayın (öyle mi?... himmm... gibi)...
Durumu anlatin...
Bilgi verin...
Bir sözcükle özetleyin...
Çok fazla soru sormayin...
(YAVUZER, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, 19.Basım, 2005, İstanbul. Sy.18)
İşte buyurun bakalım dertli çocuğunuza yardım etmek için dört adet ilk yardım önerisi: Dikkatlice dinlemek, duygularını kabul etmek, duygulan tanımlamak ve isteklerini hayali bir şekilde ona sunmak.
Ama sözlerden daha önemlisi takındığınız tavırdır. Eğer tavrınız şefkatli değilse ne söylerseniz söyleyin çocuğunuz kendisine yalan söylendiği ya da zorla yönlendirildiği duygusuna kapılacaktır. Söylediklerimiz ancak onu gerçekten anladığımız zaman çocuğumuza hitap edecektir.
Bu dört beceriden uygulaması en zor olanı çocuğun duygularını kelimelere dökmesini dinleyerek sonra da ''duyguları tanımlayarak, bir isim vermektir." Bu beceriyi kazanmak için alıştırma yapmak, çocuğun söylediklerinin aslım ve ötesini görebilmek amacıyla konuya odaklanabilmek gereklidir; çocuklarımıza iç dünyalarını yansıtabilmeleri için gerekli olan kelimeleri kazandırmak da önemlidir. Bir kez yaşadıklarını yansıtabilecek sözcükleri öğrendikten sonra çocuk kendi kendine yardımcı olabilecektir.
BEDEN DURUŞU
İnsanlar konuşarak anlaşmayı geliştirmeden önce, beden dilleri ile anlaşmışlardır. Beden dilleri aracılığı ile duygularını, düşüncelerini, isteklerini, ihtiyaçlarını ve duygusal zenginliklerini başka insanlarla paylaşmışlardır. Böylece beden dilleri aracılığı ile aralarında bir iletişim ağı kurmayı başarmışlardır.
İnsanlar günlük yaşantılarında çoğunlukla farkında olmadan beden dillerini etkili bir şekilde kullanırlar. İletişimde söylenecek sözleri kontrol altına almak mümkündür. Ancak bedeni kontrol etmek zordur. Çünkü beden, olaylara karşı kendiliğinden ani ve oldukça fazla tepkiler verir. Yüz yüze yapılan iletişimde gerçek duygu ve düşünceleri kelimelerin arkasına gizlemek mümkündür. Ancak beden dilini gizlemek çoğu zaman mümkün değildir.
İletişim sırasında bakış tarzı, bakış süresi, göz kapaklarının açılışı, diğer birçok yüz ve göz hareketleri, insanlara bazı mesajlar iletir. Konuşmada vurgulamaları belirten el hareketleri, kıpırdanmalar ve vücudun duruş pozisyonu sözel iletişime katkıda bulunur. İnsanlar düşüncelerini sözel mesajlarla ifade edebilirler. Duygularını ise çoğunlukla ses tonları ve beden dillerine yansıtırlar. Çünkü toplumumuzda korku, öfke, kıskançlık, kızgınlık gibi duyguların sözel olarak ifade edilmesi hoş karşılanmaz.
GÖZ KONTAĞI
Konuşan kişiye doğru bedenen yönelme ve onunla göz kontağı kurma, kişiler arası iletişimi başlatmada ve iletişimin etkinliğini artırmada önemli rol oynar.
Göz başlı başına bir mesaj kaynağıdır. Kişi karşısındaki kişinin gözüne bakıyorsa karşısındaki kişiye ilgi duyuyor, ona önem veriyor demektir. Eğer gözünü karşısındaki kişiden kaçırmaya çalışıyor ise ondan bir şey sakladığı mesajını iletebilir. Bu nedenle iyi satıcılar, karşısındakini etkilemek isteyen doktorlar, politikacılar ya da yöneticiler konuşurlarken karşılarındaki kişilerin gözünün içine bakarlar . İnsanlar arası iletişimde göz kontağı kurma, hem dinleyen hem de konuşan kişi açısından çok önemlidir. Bu nedenle iletişim sürecinde her ikisi de birbirlerinin gözlerine bakmalıdırlar.
İletişimde, konuşan kişi düşüncelerini toparlayabilmek için göz kontağını çok kısa bir süre için kesebilir. Ancak dinleyen kişinin göz kontağını kesmesi, konuşan kişi tarafından ilgisizlik olarak değerlendirilebilir. Konuşan kişinin dinleyen kişinin gözüne bakması, dinleyene samimiyetini iletmesine ve mesajının etkisinin artmasına yardımcı olur. Ancak göz kontağında aşırılığa kaçmamak gerekir. Sürekli olarak gözlerini dikerek karısındaki kişinin gözlerinin içine bakmak, karşıdaki kişinin rahatsız olmasına neden olabilir.
Göz kontağı kurma, çocukla kurulması gereken sağlıklı ve verimli bir iletişim için de önemlidir. Bu nedenle anne-baba, çocuğu ile iletişim kurarken onun yüzüne bakarak gözle iletişim kurmaya çalışmalıdır. Anne-baba, çocuğun yüzüne baktığı zaman, onun yüz ifadesinden söylediklerinin ötesinde mesajlar olabilir. Örneğin; konuşurken çocuğun yüzünün kızarması, gözlerini kaçırmaya çalışması, gözlerinin yaşlanması, dudaklarının titremesi, başını öne eğmesi, kaşlarının çatılması vb. ifadeler, çocuğun söylediği sözlerin içeriğine zenginlik kattığı gibi sözlerin içeriği ile söylemek istediği mesaj arasında bir çelişkinin olup olmadığının da anlaşılmasını sağlar. Örneğin; bardağındaki sütü içmeyip, lavaboya döken çocuğun "Sütümü içtim" derken ya da sehpanın üzerindeki vazoyu kıran çocuğun "Ben kırmadım" derken gözlerini kaçırmaya çalışması, yüzünün kızarması vb. davranışları doğruyu söyleyip söylemediği hakkında bazı ipuçları verir. Bu durum da annenin, çocuğu ile kurduğu göz kontağı anneye çocuğun sözel mesajlarının doğruluğunu kontrol etme imkânı vermiş olur.
Anne-babanın, çocuğun yüzüne bakarak, göz kontağı kurarak dinlemeleri çocuğa "Sen varsın", "Seni seviyorum", "Seni anlıyorum", "Seni dinliyorum" "Sen benim için önemlisin" vb. mesajlar iletir. Bu mesajlar ise çocuğun kendisini anne-babasma daha yakın hissetmesine, kendisine olan güven duygusunun artmasına ve daha çok anlatma isteği duymasına yardımcı olur.
DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
1. Çocuklar kendi sözleri tıpatıp kendilerine tekrarlandığında, genellikle buna ters tepki verirler.
Örnek
Çocuk: David'i artık sevmiyorum. Ebeveyn: David'i artık sevmiyorsun. Çocuk: (hırçın) Ben de öyle dedim. Bu çocuk şöyle bir cevabı yeğleyebilirdi: „ "David'in bir huyu seni sinirlendiriyor." Ya da "Ona sinirlenmişsin."
2. Mutsuz olduklarında hiç konuşmamayı tercih eden çocuklar vardır. Onlar için anne ya da babanın varlığı yeterlidir.
Bir anne bize oturma odasına girdiğinde, on yaşındaki kızını gözyaşları içinde, koltukta otururken gördüğünü anlattı. Kızının yanına oturmuş, kollarını ona dolamış ve "bir şey oldu" diye mırıldanıp yaklaşık beş dakika sessizce oturmuş. En nihayet çocuk içini çekmiş ve annesine "Teşekkür ederim anneciğim, kendimi şimdi daha iyi hissediyorum" demiş. Anne ne olduğunu hiç öğrenememişti. Tek bildiği kendi varlığının kızım rahatlattığıydı çünkü bir saat sonra kızının kendi odasında şarkı söylediğini duymuştu.
3. Bazı çocuklar duygularını anlattıkları zaman ebeveynlerinin fazla sakin olmalarına sinir olurlar.
Çalışma gruplarımızın birinde bir ergen bize şöyle bir anısını anlattı: "Bir akşamüstü öfkeyle eve geldim çünkü en yakın arkadaşım önemli bir sırrıma ihanet etti. Anneme neler olduğunu anlattığında annem sıradan bir şey söylüyor gibi 'Öfkelisin' dedi. Ben de sinirle 'Yok canım' diye karşılık verdim."
Ona annesinin kendisine ne demiş olmasını tercih ettiğini sorduk. Cevaplamadan önce bir süre düşündü. "Beni sinir eden söylediği değil, söyleme şekliydi. Sanki duygularına hiç aldırmadığı birinden söz eder gibiydi. Sanırım bana orada benimle birlikte olduğunu göstermesini istedim. Bana "Aman Tanrım Cindy, ona çok kızmış olmalısın!" deseydi kendimi öyle anlaşılmamış hissetmezdim."
4. Ebeveynlerin çocuklarına onların hissettiğinden daha fazla tepki vermeleri de doğru olmayacaktır.
Örnek
Ergen: (Homurdanarak) Steve beni sokağın köşesinde yarım saat bekletti ve sonra da inanması zor bir hikâye anlattı.
Anne: Bu hiç özür kaldırmayacak bir durum! Sana nasıl böyle davranabilir? Çok düşüncesizce ve sorumsuzca bir davranış. Herhalde onunla bir daha hiç görüşmek istemezsin.
Oysa ergen, arkadaşını bu kadar ciddi bir şekilde cezalandırmayı aklından bile geçirmemiştir. Annesinden tek istediği onaylayan bir mırıldanma ve anladığını belli eden bir baş sallamadır. Annesinin bu olay karşısında gösterdiği aşırı duygusal tepkiyi istememiştir.
5. Çocuklar kendilerine yakıştırdıkları tanımların ebeveynleri tarafından tekrarlanmasından hoşlanmazlar.
Bir çocuk size aptal ya da çirkin ya da şişman olduğunu söylediğinde, ona "Demek aptal olduğunu düşünüyorsun" ya da "Gerçekten çirkin olduğuna inanıyorsun" şeklinde karşılık vermek doğru olmaz. Kendisi için kullandığı sıfatları tekrarlamamalıyız. Acısına bu sıfatları kullanmadan da katılabiliriz.
Anne-babalar çocuğun ruh sağlığını korumak için neler yapabilirler?
Çocuğunuzla sürekli temas halinde olun. Çocuğunuzun duygu ve davranışlarındaki değişimlere dikkat edin.
Her gün çocuğunuzla az da olsa zaman geçirmeniz çok önemlidir.
Çocuğunuzun hoşlandığı şeyler ve okul durumu ile aktif olarak ilgilenin.
Çocuğunuzu yaşadıkları konusunda konuşmaya teşvik edin.
Başkaları ile ilişkilerinizde uygun davranışlara model oluşturun.
Çocuğunuzla birlikte yapacağınız aile aktivitelerine zaman ayırın. Bunlar hem ailece eğlenme, hem de ev işleri olabilir.
Çocuğunuzu yetişkinlerin sorunlarına dahil etmemeye çalışın.
Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın.
Çocuğunuzda olumlu şeyleri fark etmeye gayret edin ve bunları kendisine belirtin.
Çocuğunuzu arkadaşlık etmeye teşvik edin.
Çocuğunuzun onu sevdiğinizi bilmesini sağlayın. Sevildiğinden ve sevilmeye layık olduğundan emin olmalıdır.
Son olarak, çocuğunuzun duygusal sağlığının en az fiziksel sağlığı kadar önemli olduğunu hiçbir zaman unutmamalısınız! (http://www.aile.org.tr/cocukluk_donemi_haberler_detay.aspx?haber_id=1038&habalt_baslik=Sağlık)
Ana-Babalar Ne Yapabilirler?
1. Önünüzdeki hafta ve sonrası çocuklarınıza odaklanın. Onları sevdiğinizi ve herşeyin düzeleceğini söyleyin. Gelişim düzeylerine dikkate alarak, neler olup bittiğini anlamalarına yardımcı olmaya çalışın.
2. Çocuklarınızla konuşmak için zaman yaratın. Unutmayın ki bir olayla ilgili çocuklarınızla siz konuşmazsanız bir başkası konuşacaktır. Biraz zaman ayırın ve çocuğunuzla ne konuşacağınızı belirleyin.
3. Çocuklarınızın yakınında olun. Sizin fiziksel varlığınız onlara güven verecektir; size de tepkilerini takip etme fırsatı sağlayacaktır. Pek çok çocuk fiziksel dokunma ihtiyacı duyacaktır. Onlara bol bol sarılın. Size yakın oturmalarına izin verin ve yatmadan önce okşamaya, sevildiklerini ve güvende olduklarını hissettirmeye özen gösterin.
5. Normal rutini koruyun. Mümkün olduğunca yemek yeme, ödev yapma, temizlik, yatma saati, v.b. gibi ailenizin normal rutinlerine sadık kalın, fakat esnek olmayan bir tutum da sergilemeyin. Çocuklar ödevlerine konsantre olmada veya uykuya dalmada zorluk yaşayabilirler.
6. Çocuklarla yatmadan önce kitap okumak veya sakin oyunlar oynamak için daha fazla zaman ayırın. Bu etkinlikler sakinleştiricidirler ve normallik duygusunu güçlendirirler. Eğer isterlerse ışığı açık bırakarak yatmalarına izin verin.
7. Çocuklarınızın fiziksel sağlığını kollayın. Stres yetişkinlerde olduğu gibi çocukların da fiziksel sağlığını etkileyebilir. Çocuğunuzun uygun beslenmesi, uyuması ve egzersiz yapmasına dikkat edin.
8. . Çocuklarınızın okulunun onlara baş etme konusunda hangi kaynaklara sahip olduğunu araştırın. Okulların pek çoğu büyük bir ihtimalle açık olacaktır ve okul çocukların normallik duygusunu kazanmaları için iyi bir yerdir. Arkadaşlarla veya öğretmenlerle olmanın yardımı olacaktır. Okulların ayrıca hem yetişkinler hem de çocuklar için psikolojik danışma sağlama yönünde bir planı olmalıdır.
İletişim Kurun
Olumlu çocuk yetiştirme konusunda uygulanabilecek gerçekten kolay metotların ve basamakların bulunmadığı; fakat bu konuda uyulması zorunlu olan birçok şey olduğu tartışılmazdır. Bunların arasında en önemli olanı anne ve babanın arasındaki iletişimdir. Eğer çocuk anne ve babanın birbirlerine çok az saygı ve anlayış gösterdiği, birbirleriyle sık sık sözlü ya da fiziksel tartışmalara girdiği bir ortamda büyürse, evliliğin bir savaş yeri olduğuna, ailenin sevinç verici ve eğlendirici bir kurum olmaktan ziyade idare edilmesi gereken ve hatta mümkün olduğunca erken terk edilmesi gereken bir şey olduğuna tüm kalbiyle inanacaktır.
Olumlu çocuk yetiştirme konusunda uygulanabilecek gerçekten kolay metotların ve basamakların bulunmadığı; fakat bu konuda uyulması zorunlu olan birçok şey olduğu tartışılmazdır.
Eğlenmek İçin Zaman Ayırın
Çoğu insan, genellikle stresli dönemlerde, her zaman yapmaktan zevk aldığı aktivitelerden vazgeçme eğilimine giriyor. İnsanlar, giderek azalan enerjilerini daha verimli faaliyetler için harcamayı tercih ediyor ve eğlenceye vakit ayırmayı zaman kaybı olarak değerlendiriyor.
Bu durum ise ciddi bir sorun ortaya çıkarıyor, çünkü eğlence, harcadığımızdan çok daha fazla enerji üretmemize yardımcı oluyor. Yapılan bir araştırma, sağlık durumuyla ilgili endişeleri olan, iş ya da aile sorunlarıyla mücadele eden kişilerin enerji birikiminin de düşük oranda olduğunu gösterdi.
Bu durumdaki insanların, kalan enerjilerini daha önemli aktivitelere saklama eğiliminde olduğunu ortaya koyan araştırmaya göre, zevk alınan faaliyetlerden vazgeçmek enerjimizi yarı yarıya azaltıyor.
Stresli ve zor dönemlerde eğlenceye vakit ayırmak bencillik, üretici olmaktan uzaklaşmak gibi yorumlansa da zevk aldığımız faaliyetler yeniden kuvvet kazanmamıza, kendimize güvenimizin artmasına yardımcı oluyor. (http://www.empatipdr.com/bilgi/mutlu%20iliskinin%20yollari/icsayfa.html)
Çocuğunuza zaman ayırmak ve önem vermek
Her çocuğa zaman ayırma
Her çocuğunuzun sizin zamanınıza gereksinimi vardır ve sizin de onları dinlemek için zamana gereksiniminiz vardır.
Onların söyledikleri, yaptıkları ve hissettikleri konularla gerçekten ilgilenmekle sadece zor oldukları zamanlarda değil, aynı zamanda mantıklı oldukları zamanlarda da sorunları erkenden çözme fırsatınız olacaktır
Her çocuğunuzu ayrı ayrı övün
Gülümsemek, övmek, sarılmak ve teşekkür etmek için olanak bulun. Hepimiz bir iltifattan sonra kendimizi daha iyi hissederiz.
Gülümsemek, övmek, sarılmak ve teşekkür etmek için olanak bulun. Hepimiz bir iltifattan sonra kendimizi daha iyi hissederiz.
Eğer, çocuğunuzu, iyi davranışları, kişisel başarıları ve yetenekleri için överseniz, onların kendilerine güvenli büyümelerini sağlarsınız.
Onları yargılamak yerine, gördüğünüz ve hissettiğiniz şeyler hakkında konuşmaya çalışın. Bu sayede çocuğunuz, sizin fark ettiğinizi ve onların tecrübelerini takdir ettiğinizi hissedecektir.
•Ceza yerine alternatifler bulun
Canlarını sıkan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışın
Küçük çocuklar, canlarını sıkan şeyleri konuşacak kimseleri olmadığını söyleyebilirler. Aslında, sorun endişelerini dile getirememek olabilir.
Küçük çocuklar, canlarını sıkan şeyleri konuşacak kimseleri olmadığını söyleyebilirler. Aslında, sorun endişelerini dile getirememek olabilir.
Eğer, çocuğunuza, onun durumuyla benzer durumlar içeren hikâye kitapları okuyup, hikâyede olanlar hakkında konuşabilirsiniz bu da size çocuğunuzun canını sıkan şeyin ne olduğunu ve davranışlarını neyin zorlaştırdığını anlamanıza yardımcı olabilir.
Çocukların sorunlarını anlatabilmelerinin başka bir yolu da, oyun oynayarak veya resim çizecektir. Onların canını sıkan şey hakkında konuşabilirseniz, davranışlarının neden zor olduğu ve bunun kendileri ve başkaları üzerindeki etkisini de tartışabilirsiniz.
Çocuklarınızın duygularını tanımlayın
Çocukların hayal kırıklıkları ve kızgınlık patlamalarının sebebi hissettikleri şeyleri tam anlamıyla ifade edememelerinden kaynaklanabilir. Çocuklar için, duygularını anlamak ve tanımlamak büyümenin bir parçasıdır ve bu da, duygularını daha az yoğunlaşmasına yardımcı olur.
Çocuklarınızın ne söylediğini dikkatlice dinleyin. Olayları onların bakış açısından görmeye çalışın. Hissettiklerini anlatmalarına yardımcı olun, bu onların ne hissettiğini anlamalarına ve duygularını kontrol etmelerine yardımcı olacaktır. Örneğin:
Onlara duygularına isim vermeyi öğretin: ’Sanırım kızgın olduğun için bağırıyorsun’
Onların duygularını anladığınızı gösterin: ’Korkularını yok edecek sihirli bir gücümün olmasını isterdim’
Onlara, davranışlarını değiştirmelerini istiyorsanız bile, duygularını anlayıp, kabul ettiğinizi gösterin: ’Ona kızgın olduğunu görebiliyorum. Ancak ona söylemek istediklerini yumruk yerine sözlerle ifade etmelisin’
Çocuklarınızı Kıyaslamak Yerine Onları, Kendi Aralarında İşbirliği Yapmaya Özendirin
Onların duygularını anladığınızı gösterin: ’Korkularını yok edecek sihirli bir gücümün olmasını isterdim’
Onlara, davranışlarını değiştirmelerini istiyorsanız bile, duygularını anlayıp, kabul ettiğinizi gösterin: ’Ona kızgın olduğunu görebiliyorum. Ancak ona söylemek istediklerini yumruk yerine sözlerle ifade etmelisin’
Çocuklarınızı Kıyaslamak Yerine Onları, Kendi Aralarında İşbirliği Yapmaya Özendirin
Her çocuk, kendi güçlü ve zayıf yönleriyle bir bireydir ve kişisel yetenekleri, özellikleri ve başarılarına göre değer görmelidir.
Son olarak, hiçbir işimiz anne ve babalık sorumluluğundan daha önemli olamaz, işler bekleyebilir, çocuk eğitimi beklemez. Eksik kalan bir işimizi sonradan tamamlayabiliriz, ancak eksik kalan çocuk eğitimini sonradan tamamlamak mümkün değildir.
Her aile başarılı çocuklar yetiştirmek ister. Bunun için çocuklarına mümkün olduğunca iyi bir gelecek sağlamaya çalışırlar. Onları iyi okullarda okutmak ister, bunun için de aile varını yoğunu ortaya koyar, tüm özverisini çocuğuna verir. Ancak yadsınan bir konu vardır ki oda çocuğun nasıl sağlıklı bir kişilik geliştireceğidir. Aslında hayatta her şey başarı değildir. Önemli olan çocuğun içinde bulunduğu dönemi nasıl atlattığı, nasıl bir kimlik oluşturduğudur. Çocuk aileyi yansıtır. Aile içindeki bireylerin kişilik yapısı çocuğun kişiliğini şekillendirir. Yani aile iletişim becerilerini kullanmazsa çocukta iletişim becerilerini kullanamaz. Dolayısıyla çocuk hem ailede hem de sosyal çevrede sürekli çatışma içine girer. O halde aile çocuğa nasıl eğitim vermeli, çocukta nasıl sağlıklı bir kişilik oluşturabilmelidir? Elbette ki her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Çocuğuna iyi niyetle yaklaşmaya çalışır. Ama Burada ailenin vereceği iyi bir eğitim, çocuğuyla kurduğu sağlıklı iletişim becerilerini kullanmasına bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocukla kurabilmek için önce onu tanımak ve onun temel gereksinimlerine saygı duymak gerekir.
“Aile bir ilişkiler sistemidir.”
KAYNAKLAR
ACAR, Nilüfer-Voltan, (Çvr), Ergen Ve Çocukla İletişim, US-A Yayıncılık, 2000, Ankara.
ACAR, Nilüfer-Voltan, Terapötik İletişim Kişilerarası İletişim, US-A Yayıncılık, 4.Baskı, 2003, Ankara.
ADLER, Alfred, Güç Çocuğun Eğitimi, Varlık Yayınları, 4.Baskı, 1997, İstanbul.
BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Ailede ve Okulda Eğitim Sorunları, MEB. Yayınları, 2000, İstanbul.
CAROL A., Langelner, Duygu Yönetimi, PegemA Yayıncılık, 2006, Ankara.
CÜCELOĞLU, Doğan Başarıya Götüren Aile Remzi Kitabevi, 2006, İstanbul.
CÜCELOĞLU, Doğan Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 33. Basım, 2005 İstanbul.
ÇAĞDAŞ, Ayşegül, Anne-Baba- Çocuk İletişimi, Nobel Yayınları, 2002 Ankara.
ÇAKMAKLI, Kemal, Çocuklara Söz Dinletme Sanatı ve Yönlendirme Teknikleri, Nobel Tıp Kitabevleri, 2. Baskı, 1999, İstanbul.
ÇANKIRILI, Ali, Çocuklarımız Mutsuz ve Başarısız Olmasın, Zafer Yayınları, 3.Baskı, 2003, İstanbul.
ÇANKIRILI, Ali, Kötü Çocuk Yoktur, Zafer Yayınları, 2004, İstanbul.
DÖNMEZER, İbrahim, Ailede İletişim ve Etkileşim, Sistem Yayıncılık, 1999,
İstanbul.
ACAR, Nilüfer-Voltan, Terapötik İletişim Kişilerarası İletişim, US-A Yayıncılık, 4.Baskı, 2003, Ankara.
ADLER, Alfred, Güç Çocuğun Eğitimi, Varlık Yayınları, 4.Baskı, 1997, İstanbul.
BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Ailede ve Okulda Eğitim Sorunları, MEB. Yayınları, 2000, İstanbul.
CAROL A., Langelner, Duygu Yönetimi, PegemA Yayıncılık, 2006, Ankara.
CÜCELOĞLU, Doğan Başarıya Götüren Aile Remzi Kitabevi, 2006, İstanbul.
CÜCELOĞLU, Doğan Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 33. Basım, 2005 İstanbul.
ÇAĞDAŞ, Ayşegül, Anne-Baba- Çocuk İletişimi, Nobel Yayınları, 2002 Ankara.
ÇAKMAKLI, Kemal, Çocuklara Söz Dinletme Sanatı ve Yönlendirme Teknikleri, Nobel Tıp Kitabevleri, 2. Baskı, 1999, İstanbul.
ÇANKIRILI, Ali, Çocuklarımız Mutsuz ve Başarısız Olmasın, Zafer Yayınları, 3.Baskı, 2003, İstanbul.
ÇANKIRILI, Ali, Kötü Çocuk Yoktur, Zafer Yayınları, 2004, İstanbul.
DÖNMEZER, İbrahim, Ailede İletişim ve Etkileşim, Sistem Yayıncılık, 1999,
İstanbul.
FABER, A., MAZUSH, E., Çocukla İletişim, Kuraldışı Yayıncılık, 2003, İstanbul.
FROMM, Erich, Çağdaş Toplumların Geleceği, Arıtan Yayıncılık, 2004, İstanbul.
TARHAN, Nevzat, Kendinizle Barışık Olmak, Zafer Yayınları, 4.Baskı, 2004, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi, 25. Basım, Remzi Kitabevi, 2001, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Ana-Baba Ve Çocuk, Remzi Kitabevi, 18. Basım, 2005, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, 19.Basım, 2005, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Çocuğu Tanımak ve Anlamak Remzi Kitabevi, 5.Basım, 2005, İstanbul.
YÖRÜKOĞLU, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yayınları, 26.Baskı, 2003, İstanbul.
İNTERNET KAYNAKLARI
FROMM, Erich, Çağdaş Toplumların Geleceği, Arıtan Yayıncılık, 2004, İstanbul.
TARHAN, Nevzat, Kendinizle Barışık Olmak, Zafer Yayınları, 4.Baskı, 2004, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi, 25. Basım, Remzi Kitabevi, 2001, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Ana-Baba Ve Çocuk, Remzi Kitabevi, 18. Basım, 2005, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, 19.Basım, 2005, İstanbul.
YAVUZER, Haluk, Çocuğu Tanımak ve Anlamak Remzi Kitabevi, 5.Basım, 2005, İstanbul.
YÖRÜKOĞLU, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yayınları, 26.Baskı, 2003, İstanbul.
İNTERNET KAYNAKLARI
http://www.multikulti.org.uk/tr/education/childrens-challenging-behaviour
http://www.egitim.com/aile/0651/0651.2/0651.2._index.asp
http://www.egitim.com/aile/0651/0651.2/0651.2._index.asp
http://www.geocities.com/psikolojiarsivi/iletisim_kurallari.html
Selim KEİYİNCİ (PSİKOLOJİK DANIŞMAN) ->
İzzet BAT (PSİKOLOJİK DANIŞMAN) ->
Selim KEİYİNCİ (PSİKOLOJİK DANIŞMAN) ->
İzzet BAT (PSİKOLOJİK DANIŞMAN) ->
Bugün 2 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!